Ömer Kaya, Kader Ozan’ın “Biset” Adlı Romanı Üzerine Yazdı…

Ömer Kaya

ZAMANSIZ KAYITSIZLIK VE BİSET

Herkesçe farklı yaşansa da herkesin malumu şu dünyevi bıkkınlıkların kışa dönen mevsimle üzerimde daha da ağırlaştığını hissettiğim akşamların birinde, kütüphanemin bir rafında yer verdiğim “öncelikli okunacaklar” dediğim kitapların da hayli biriktiğini fark ettim. Raf, olanca ağırlığıyla bindi omuzlarıma. Eşyaları biriktirmeyi sevmediğim gibi yapmak ve okumak istediklerimi de çığ gibi büyütüp biriktirmeyi sevmezdim oysa. Her nasılsa olmuştu, üzüldüm. Yalnızca yapmak istemek, bir noktadan sonra eylemsiz ve boş saplantılara dönüşür, sevimsiz bulurum bu durumu. Tam da bu sevimsizliğin ortasından baktım kendime, kim bilir kaç zamandır öylece kalakalmıştım, kayıtsız, hareketsiz… Ertelemeler silsilesinin müsebbibi kuşkusuz modern çağın âdemi robotlaştıran gereklilikleriydi. Aksini düşünecek, yeni bir neden arayacak takati bulamadım kendimde. Sevmediği misafiri uğurlarken misafirin son adımını görmeyi beklemeyen ev sahibinin kapıyı tereddütsüz, kararlı kapatışı hızında çekip aldım ilk sıraya koyduğum kitabı. Harekete geçmenin bu kadar zor olmadığı günlerin özlemine aldırmadan, düşünme fırsatı tanımadım bu kez kendime. Bağdaş kurup çöktüm kitaplığın karşısına.

Biset – Uyanışın Başlangıcı

“İşte asıl hayat o kapaklandığın yerden kalkma çabasıdır. Ne hüsran ki bu çaba ölüme dek sürse belki, yine de kalkılmaz. O çaba acıdır işte. Daha yerden bile kalkamamışken hayatta bir şeyler kurmaya çalışmak, kurulmuş dünyalarda yer almaya çalışmak ama sonunda yine kendi kendine kalmaktır acı.” (s.11)

İlk sayfalarından itibaren akıcı diliyle beni karşılayan “BİSET” bitimsiz bir yerden kalkma çabasının, dupduru hayallerin ve peşi sıra gelen hayal kırıklıklarının romanı. Uyanışın Başlangıcı ifadesinden de anlaşılacağı gibi bir nehir roman. Daha çok dini bir terim olarak kullanılan biset; “gönderme, gönderilme” manasını taşıyor. Ve Yaren için zor günler, dünyaya gönderildiğinden itibaren başlıyor zira o, gözlerini açtığı andan yirmi dakika önce dünyaya geliyor.

Bir kız çocuğu, bir genç kız ve yetişkin bir kadın olarak yaşamının her ânında ailesinin amansız baskıları, toplumun fütursuz beklentileriyle sınırlandırılmış, çaresiz bırakılmış Yaren’i hepimiz tanıyoruz aslında. Bu coğrafyada birçoğumuzun varlığından emin olduğu; ancak kanıksadığımızdan mıdır bilinmez, gözü yaşlı bir geleceğe, kaderine terk ettiğimiz insanlardan biri o.

Büyüklerin yanında konuşmamakla başlayan susma öğretisini bir erdem gibi gördüğümüz muhakkak. Üstüne kadın olmak eklenince konuşmak çoğu zaman bir lütuftur. Şanslı olanlar büyüyünce konuşabilse de Yaren için bu ihtimal de söz konusu değil. Cennetin anaların ayakları altında olduğunu savunanlar çok olduğunda, dizini dövmemek için kızını dövme düsturunu benimsemiş kişilerin sayısının az olması gerekirdi. Olmadı. O kızların bir gün ana olacağını, ne ara, hangi sebeple unuttuk acaba?

Biriktirdiği kartpostallarla, yazdığı günlüklerle, hatırasının olduğunu düşündüğü objelerle, dinlediği kasetlerle var olmaya çalışan Yaren için en büyük tutku kitaplar. Müthiş bir okuma tutkusu bu. Öyle ki ailesi için olmazsa olmazlar arasında yer almıyor bu tutku. Tüm imkansızlıkların içinde kazandığı liseye gidemeyen, ardından kazandığı üniversiteye de gönderilmeyen tahsil görüp öğretmen olma aşkıyla yanıp tutuşan bir çocuğun, bir gencin payına düşünler oldukça düşündürücü. “Kolay mı İstanbul öyle…” diyen ağabeyler, “Ne vardı buraları yazaydı, kalkmış İstanbul yazmış. Oğlanlar razı değil. Ben ne yapayım?” diyen anneyle desteklenerek boyundan büyük aşılması imkânsız duvarlar örmüş Yaren’in ayaklarının dibine. Adım atacak yer bulamadığında da ağlayarak susmuş büyüklerinin yanında. Ağlaması değil de susması önemsenmiş haliyle.

Eğitimci-Yazar Kader Ozan

Okumaya devam ettikçe kitapla, defterle, kalemle ilişkisi başlamadan bitirilmiş, susturulmuş, ne istediği hiç sorulmamış çocukların başını yere eğen halinin çaresizliğini de izledim; sayılarının çok olduğundan emin olmanın rahatsızlığıyla…

Kumdan kaleler yıkıldıkça yılmamak, hevesle çıkılan her yolculuğun sonu hüsrana varmasına rağmen iyi niyetini noksansız koruyabilmek gerçekten “iyi” olanların harcıdır. Küllerinden doğmayı becerebilenler de onulmaz yaralar alanlardır bana kalırsa. Tıpkı Yaren gibi. Çok küçükken kaybettiği babasının özlemi, karşısına çıkan zorluklara eklenerek büyümüş daima. “Ağladın mı hiç? Ama günlerce, haftalarca değil, senelerce ağladın mı hiç? Özledin mi, istedin mi yanı başında sıcacık bir sevgiyi, delicesine aradın mı? Üşüdün mü yalnızlıktan? Her sabah bugün farklı olacak deyip de aynı hüsranlarla karşılaşmanın acısını tattın mı? Bende, benim kitabımda yazanları okumaya fırsatın hiç olmadı baba. Buna rağmen anladın mı beni, hissedebildin mi?” (s.110)

İnatla, elbirliğiyle sevgiden mahrum bırakılmış, üstüne sevgileri, arzuları baltalanarak kanatları koparılarak yaşaması istenmiş insanlardan geriye ne kalır? Yaren’in aştığı her engel bir diğerini ve daha engebeli olanını çıkarırken karşısına o kolaya kaçmadan, kimseyi incitmeden hissedebilmeyi başarabilmiş; kitaplarının arasına koyup özenle sakladığı öğretmenlik umuduna tutunarak… Bir zaman aşk için dirense de her şeyin yoluna gireceğini düşündüğü ilk anda o da bırakmış ellerini, ardı arkası kesilmeyen göz yaşlarının bir sebebi de aşk olmuş; çünkü diğer tüm dönüm noktalarında olduğu gibi kimin onun için daha uygun olduğuna büyükleri karar vermiş.

Yaren’in onurlu mücadelesinde, hayatı tecrübeleriyle taçlandırmış bilgelere has; engin, dingin ve daima umutlu bir ses var. Kader Ozan’ın anlatımıyla bu sesi duymak zor olmadı. Yanı başımızda bu sesin farklı tonlarından niceleri duyulmayı, fark edilmeyi bekliyor; ezber sözlerimizse eylemlere dönüşmeyi…

Dizlerimin ağrıdığını hissettiğimde yeni bir başlangıca kapı açan son cümleleri okuyordum. Omzumdaki rafın ağırlığı anlamını tekrar kazanmaya başlarken kayıtsızlıkla aramdaki mesafe açıldı. Yerimden kalkarken vazgeçmemenin erdemli duruşunu selamlıyordum içimden. “Mutlu olmak için tutunacak dal aramamayı öğretti hayat. En büyük dayanağın insanın içinde, kendi köklerinde olduğunu öğretti. Sen hayat denen toprakta ayakta kalabilmek için her acıyla her yaşanmışlıkla kök salıyordun ve bu kökler besliyordu seni. Her yaşanmışlık bir inanç oluşturuyordu hayata dair. İnançlarımız köklerimizdi. Belki tek sorunumuz bunu geç fark etmek oldu. Ama fark ettik sonunda, vazgeçmeyen insanlar olarak.” (Arka kapak)

Kitap Bilgileri:

Biset – Uyanışın Başlangıcı / Kader Ozan / Karina Kitap, 2018 / Sayfa: 183

[Eleştiri Haber, Kasım 2018]

[Elestirel.net, Mayıs 2020]

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu