Çiğdem Çandar’dan Kitap Değinileri

ÇİĞDEM ÇANDAR’DAN KİTAP DEĞİNİLERİ

ALBERT CAMUS’ UN ABSURDİST ESERİ “YABANCI” İLE TOPLUMLA YABANCILAŞMA VE ÖTEKİLEŞME ÜZERİNE

“Hayat hiçbir şey değildir, itina ile yaşayınız.”

“İnsan yalnızca duyguları ile mi var olur?” yoksa “Bir insanı var eden kendisi mi olmalıdır?”. Kitaba ilk başladığınızda sizi irrite eden duygusuzluk, somutluk ve direkt aktarım tarzı, bir süre sonra sizi bireyin varoluşu üzerine düşünmeye sevk etmektedir. Kitabın baş karakteri Mersault’un bir bakıcı bulmaya parası yetmediği ve üstelik çok da duygusal bir bağ kurmadığı için huzurevine bıraktığı annesinin ölüm haberi ile başlar olayın akışı. Mersault alışılagelenin aksine hissiz, sabit ve bencil davranışlar sergiler annesinin ölümü karşısında. Cenaze esnasında uykusu gelir; ağlamaz, kahve içer ve mezarın başında bir süre dahi beklemek istemez. Ertesi gün ise eski iş arkadaşı Marie ile karşılaşıp yakınlaşır. Onunla güzel vakit geçirip film izler. Annesini hatırlamaz bile. Ve bu tavrı ile çevresinin ve dahi okuyucunun antipatisine maruz kalır. Varoluşçu olmadığını iddia eden Camus’un tam bir varoluşçu karakteri Mersault, Marie ile ilişkisi, evliliğe bakış açısı, insani ilişkileri, yaşadıkları ele alındığında asla karakterinin aksinde davranmaz. Ona göre bu anlamsız hayatta anlam varmış gibi yaşamanın bir anlamı yoktur. Ve dostlarıyla gittiği bir kumsalda gelişen olaylar neticesinde bir cinayet işler. Çünkü Mersault kayıtsızca hareket etmektedir. Ardından mahkemeye çıkarıldığında annesine karşı yaptığı şeyler; ölümünden sonraki hissizliği, ölüme karşı sıra dışı yaklaşımı ve inançsızlığı dolayısıyla yargılanmaya başlar. Artık kendisinden her şey beklenebilecek bir hain olarak yargılanmaktadır. Mahkeme esnasında çok vurucu ifadelere başvurmuştur Camus:

“Davamı beni işe karıştırmadan görüyorlardı sanki. Her şey ben araya girmeden olup bitiyordu. Kaderim benim fikrim alınmadan yazılıyordu.”

Ve Mersault cinayet planlamış olmakla hatta bundan sonra işlenebilecek herhangi bir cinayetin de sorumlusu olmakla suçlu bulunarak idama mahkûm edilir. Temyiz neticesi kitapta bir merak unsuru olarak meçhul bırakılmıştır.

“Dünyayı kendime bu denli benzer, bu denli kardeş gibi hissedince, eskiden mutlu olduğumu hatta hala mutlu olduğumu hissettim.”

 *

“YABANCI” VE TOPLUM ÜZERİNE BAZI SORULAR:

-İnsan ne ile ve nasıl var olur?

-Toplumun çoğunluğundan farklı olmak var olmamayı mı gerektirir?

-Duygular bireysel midir, toplumsal mıdır?

– İnanç ve saplantı birbirinden nasıl ayırt edilebilir?

-Bir topluma, o toplumdaki herkesi olduğu gibi kabul etmek mi yoksa herkese olması gerekeni kabul ettirmeye çalışmak mı zarar verir?

Toplumun ve bireyin başkalaşması, bireylerin ötekileştirilmesi üzerine yazılmış bu sakin akışlı bir sorgulayış hikayesi bize Mersault’a nasıl duygular besleyeceğimiz konusunda soru işaretleri bırakıyor, orası kesin. Ancak dünyanın işleyişinde bir sorun var da dedirtiyor. Peki bu sorun Mersault mu yoksa ötekiler mi? Ya da bu sorun tüm insanlar mı yoksa “öteki” mi? Orası muamma.

Okudukça var olunuz; var oldukça okuyunuz efendim!

 *

İKİ FARKLI DÖNEM, İKİ FARKLI COĞRAFYA, İKİ FARKLI YAZAR

BENZER İKİ ‘AYN’ VE BENZER İKİ ‘AYNA’ AŞKA DAİR

 Modern sevişlerin, tükenmişlik sendromlarının, sahte sevgilerin, boş ve kof sözlerin, yaşanmayan zorlama duyguların, kaybolmuşluğun, zulmün, acımasızlığın, şefkat yoksunluğunun istilasına uğramış bu dünyada “sahilik” de var olmuş. Sahiden akabilmiş bir kalemden kelimeler ve sahiden gidebilmiş bir kalpten bir yol bir diğer kalbe…

İşte bu debdebenin arasında sertleşmiş, nasırlaşmış kalplere şifa iki eser:

“Canım Aliye, Ruhum Filiz” ve “Milena’ya Mektuplar”

 İki derin adamın gönlünden damlamış iki damla su yanan kalplere…

Sabahattin Ali biricik nişanlısına sesleniyor, Franz Kafka ise bir dost meclisinde tanıştığı gazeteci Milena Josensko’ya. Her mektupta bir sevda, her mektupta içtenlik var, her mektupta incelik akmış satırlara.

Şimdilerde tükenegelmiş duygulara, yalınlığa ve yoğunluğa; tükenmeye mahkum edilmişliğe bir pencere var mektuplarda:

“Kalbimde sen varken her şeye katlanabilirim ve mektupların olmadan geçen günlerin korkunç olduğunu yazdıysam bile bu doğru değil; o günler yalnızca korkunç ağırdı, kayık ağırdı, korkunç su alıyor ama yine de senin akıntında yüzüyordu.”

                                           F. Kafka

“Sen benim yarım kalan tarafımı ikmal edeceksin”

                                 Sabahattin Ali

Bir yol arkadaşı, ruh eşi ve tüm bunların ötesi olabilmenin, sevginin tarifini delili gizli cümlelerde. Ve bir yarin bir yari yarım olmaktan çekip alışı.

“Ben neşeyi senden öğreneceğim.”

Sabahattin Ali

“Etrafa kırıldığım zaman beni sen teselli edeceksin, işte o zaman ben her şeyi unutarak seni boynuna sarılacağım.”

Aliye Ali

“… senin yanında diğer her şeyin, aslında hiç değişmese bile yok olduğunu ve hiçe dönüştüğünü söyledim.

Franz Kafka

Bir aşkın mesafelere meydan okuyuşunu ve başkaldırışının, tüm zorluklara rağmen bulduğu bir çatlaktan sızıp filiz verişinin iliklerimize işlediği bu iki eserin, aşkın her devirde en tenha en zorlu en köhne mekân ve koşullarda dahi var olduğuna dair umut serpmekte yeryüzüne. Yeryüzüne dalıp yar yüzünü unutuşumuzu silkelemekte. Ve tamamlatmakta okuyucusuna Franz Kafka’nın mektup sonlarında gitgide eksilen ismini, yansıttığı umutla:

“Senin Franz Kafka’n”

Sabahattin Ali’nin eşi Aliye Hanım’a salık verdiği gibi etrafınız sizi sıktığı zaman okuyunuz efendim.

Ben Sabahattin Ali’yim

Sürgünlerde tükenememiş bir sevda bekçisiyim

Teessürümü dizelerimde gizlerim

Ben Aliye’yim

Mehtapta yârimin dostu

Gurbette eşimin tesellisiyim

Ben ruhen hastayım

Hasta olan değil ciğerim

Ruhumda var sızıntı

Kanayan ciğerimde değil

Ve ben ruhen yalnızım

Sorun kifayetsiz kalabalığımda değil

Ben Kafka’yım

Öylesine ince ve derin

Ben Milena’ya yazılmış bir dizeyim

Belki de ben

Romanlara sığmayacak bir aşk-ı mucizeyim

ÇİĞDEM ÇANDAR

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu