“TAŞRANIN SAZENDESİ” ÜZERİNE ALİ CELEP YAZDI

ALİ CELEP

ABDÜLKADİR AKDEMİR’İN İLK ŞİİR KİTABI: ‘TAŞRANIN SAZENDESİ’-1

1987 doğumlu genç bir şair Abdülkadir Akdemir. Son birkaç yıldır şiirlerini farklı edebiyat dergilerinde okuyoruz. ‘Taşranın Sazendesi’ dergilerdeki bu ürünlerinin toplamından oluşuyor. Kitapta kısa, uzun bütüncek 22 şiir var. Bu şiirler iki bölümde ele alınmış: Savaş Provaları ve İntihar Şüphesi. İki bölüm de birbirini eğrisiyle doğrusuyla büyük ölçüde bütünleyen bir yapıyı biçimde ve teknikte tamamlamış görünüyor. İlk kitaba mahsus göze batan kusurlar yok mu, fazlasıyla var, onlara konuşmamın sonunda değineceğim. Buradaki konuşmamı birkaç alt tem başlığı altında iki kısımda kurmayı deneyeceğim, bu durumda doğal olarak kitaptaki bazı şiirler öne çıkacaktır. İfade gücünü sahiplenmediğimiz oranda bazı şiirleri ise geri planda kalacaktır. Diyeceğim şiirin kendine mahsus hayatını kurabilenleriyle düşüncelerimizi temellendirmeye çalışacağız. 

   

1. ‘TAŞRANIN SAZENDESİ’NDE ÇAĞ VE DÜNYA ALGISI

‘Kimseden habersiz ölmek istiyorsam bir bildiğim vardır

Tutmamıştır münzevilik, dervişlik ve bil umum güzellik

Kuklamıza ölüm nedir öğretsin konuşmayı bilmeyen kötürüm cinler

Zarını kırsın en çetrefilli yanından kemikler yani bu kumarın

Rulet bu hani bir sen bir ben ölmesek her gün ölür gibi yapmasak ya da

Ayağımıza geçirdiğimiz kadar bile değerli değil ki dünya’

‘Ne süründüğümüz belli ne başımızı dik tutmayı öğrendik

Bir ömür bekledik geçerken uğrasın diye ölüm

Kestik caddeleri, uzayan yolları bir yerinden ve sesini faili meçhullerin

Giden dönmeyecekse gitmeliydik ki dönmeyi sevmeyen bizler

Yerinde duramayan aciz bir kütlenin üstünde gece gündüz dönerek

Hayır hayır yapamazdık delirmek işten değildi…

Sevemezdik zira kısa metrajlı sıkıcı bir film gibiydi dünya’

       Okuduğum dizeleri şairin ‘Kısa Metrajlı Bir Film Gibiydi Dünya’ adlı şiirinde aldım. Abdülkadir Akdemir’in şiirlerinin ‘resmi tema’sı belli: Hemen söyleyelim, yaşadığımız dünyanın bugünkü hali. Bu hal, şairin kendi özeleştirisiyle birlikte ve iç içe ele alınmıştır. Dünyanın bugünkü hali ile şairin içinde bulunduğu hal bir yandan paralellik arz ederken öte yandan yıpratıcı, çatışmacı ve nihayet hayal kırıcı bir çarkın işleyişine çanak tutar. Diyeceğim şiir sezgisini belalı bir kaynaktan besliyor Akdemir. Kendinden, dünyadan, olup bitenden memnun olmayan şairlerin sözcükleri aşağı yukarı bellidir: Yalnızlık, acı, kan, ölüm, intihar, bıçak, gece, yağmur, hüzün, yara…Bu sözcüklerin mecaza açık ilişkiler içinde kullanımı doğal olarak şairini pathos kanalına götürür. Böylece belli duyguların gölgesinde yaşayan sözcüklerle yazarsınız. Nitekim kitaptaki hemen bütün şiirlerinde Akdemir, ‘gibi’ ‘kadar’ benzetme sözcükleriyle belli duygu öbeklerine yaslanmak, mecaz yoluyla ilişkilerine derinlik katmak, böylece ifade gücünü sınamak yolunu tutmuştur. Sınamanın çıktısına baktığımızda yarı lirik, yarı dramatik belki lirik dramatik kırması şiirler görmüş oluyoruz. Lirik ben, kendine güvensiz bir kişiliktir, kendini ve dünyayı tanıma yolunda duygusal açıklamalar getirir, kendine bile sığınamaz. Bütünüyle duyguya batırılan sözcüklerle iş görür. Dramatik ben, yetersizlik belasına batmış bir kişiliktir, yine de kendi metafizik pratiğini arama olanağını yoklamaktan vazgeçmez. Düşünmeyi dışarıda bırakmayan sözcüklerle kendi gerçeğini, giderek gerçeğin kendisini abartarak tartışmaya açar. Dramatik ben, tartışan bir kişiliktir, lirik ben ise baştan kendine çekildiği ve dolayısıyla yenilgiyi kabul ettiği için tartışmaz bile. Akdemir, ‘ruh için verilen içsel savaş’tan yanadır, bu yönüyle dramatik kanaldan konuşur ve fakat bu savaşın pratiğini duygusal açıklamalara vardırır ve bu yönüyle lirik cepheden konuşur. Oysa bütün şiirlerinde gördüğüm ve umut verici olan şey, şairin haklı bir argümanı olduğudur. Günahla, yozlaşmayla, dünyanın müptezel gerçekliğiyle çatışma ve yüzleşme, modern teknoloji pratiğinin bugünkü sonuçlarıyla hesaplaşmayı göze alma, sekülerleşmeyi reddetme…bütün bunlar aslında Akdemir’in haklı argümanını teslim ettiğimiz dayanak noktalarıdır. Fakat bana kalırsa ‘büyük teslimiyet’ için ‘büyük inkâr’ gerektir. Şu yol bir başlangıç olabilir:

‘Bombalar düşüyor yanı başımıza yani başımız dinle

Pimini çekip bir itin ağzına sokmalı bunu şimdi. Şöyle

Çağdaş bir sarsıntıyla gidiyorum üstüne üstüne

Yanık kokuyorsa ağzım ve aç isem eğer dibine kadar

Örtmek gerekiyorsa üstünü üşüyor ve korkuyorsan

Unutma! Tanrı bizimle’

‘Bizi hangi beyaz eşya saplamadı ki dünyaya savur yine’

‘Yatacak yerim olmayacakmış deniyor halk arasında

Olsun!’

‘Dilimi törpüleyen bu teşhir çağında’

‘Dinimi törpüleyen bu teşhir çağında’

‘Kırık öksürüyordum

Şakaklarımda dünyanın derdi’

‘Oysa ne tarafa dönsek arkamızda kalıyordu dünya’

‘Biz ne tarafa dönsek arkamızda kalıyor dünyanın leşi’

‘Gayri nizami adımlarla sarsalım dünyayı

Harbi haber veriyorum şimdi’

‘Sen yeter ki farkına var, üç günlük dünya’

Bütün bu dizeleri hem biçimin hiç de yabana atılmaması gereken varlığını koruduğu ve içeriğin de anlamsal atılganlığını tazelediği, içinde yaşadığımız günlük gerçekle, şairin gerçeğinin örtüştüğü faz olarak anlamak istiyorum. Yani sözcük ve gerçeğin buluştuğu menfez olarak. Akdemir’in şiirindeki atardamarın bu buluşmadan, öğretici bir direniş çıkarabilecek yeteneği olduğuna inanıyorum.

Bunu sonraki konuşmamızda açalım.

Bir not, birkaç hatırlatma:

Değirmen yayınlarının şiir kitabları basmasını takdirle karşılamalıyız. Bununla birlikte kitabın basın tarihinin ihmal edilmesi, yayınevlerinde ve kitap satış noktalarında bulunmaması, dağıtım ve reklam-tanıtım gibi yayıncılığın olmazsa olmaz unsurlarının göz ardı edilmesi gibi ciddi eksikliklerin ivedilikle giderilmesi gerektiğini hatırlatmakta fayda var. Bunlar Değirmen Yayınları adına yakışık almıyor.

[Poetik Haber, Mayıs 2013]

[Eleştiri Haber, Haziran 2019]

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu