Yanık Saraylar, Sevim Burak | Fatih Çodur yazdı

Zamanda bir Öteki: Sevim Burak ve Yanık Saraylar

Sevim Burak, Yanık Saraylar’daki öykülerini çoğunlukla bilinç akışıyla kurmuştur. İç içe geçmiş karakterler barındıran öykülerde kimi zaman monolog kimi zaman da karşılıklı konuşmalar yer alır. Öykülerinde düz anlatım, hikâyeleme, vak’a sunumu, günlük, mektuplaşma gibi farklı yöntemlerden de faydalandığı görülür. Burak’ın kimi öykülerindeki zaman ve mekân algısı ise, okurda direkt olarak “oyun” izlenimi oluşturur. Ölümünden sonra yayımlanan oyunları ile öykülerindeki karakterlerin benzeşmesi aslında bunun ipucunu verir bize.

Burak, bazen sadece bir anın sunumunu yapar öyküde; ilk başta önemsiz sayılabilecek ama yaralayıcı ve okurda iz bırakan bir an… Bazen de bunun aksi bir eğilim vardır. Örneğin “Ah Ya Rab Yehova” öyküsünde “5 Eylül 1930” ile başlayıp “7 Temmuz 1931”e uzanan bir süreç Bilal Bey’in Not Defteri’ne tuttuğu günlük üzerinden aktarılmıştır. Hangi biçem üzerinden anlatılmış ve hangi tematik özelliğe sahip olursa olsun öykülerinin ortak noktası tamamen yaralı bir iç bilinçten seslenişidir. Bu bilinç ilk kitabı Yanık Saraylar’da en üst perdeden aktarılmıştır.

Kitaptaki öyküler neredeyse kelime kelime kurgulanmıştır. Üzerinde düşüne düşüne okunmayı gerektiren, okurun sıkça önceki sayfalara dönmesine yol açan öykülerdir bunlar. Okur, onların bazen bir solukta okuyup bitirilebilecek akıcılıkta olmalarına asla kanmamalıdır. İncelikle işlenmişlerdir. Sevim Burak, hem kurgusal anlamda hem de anlatım biçimleri ve dili bakımından her öyküde yeni bir biçemle karşımıza çıkar. Çoğu Yahudi isimlere sahip kadınların ön planda olduğu bu öykülerin aslında Yahudi bir anneden gelen Burak’ın gerçek hayattaki acı ve yaşanmışlıklarına ve yaşadığı zamanın acılarına ışık tuttuğu açıktır.

Yanık Saraylar’daki öykülerde acı, yalnızlık, itilmişlik, mutsuzluk, ölüm gibi olguların ve dini, toplumsal ve ahlâki motiflerin öykülerin iç örüntüsüne incelikle ve büyük bir derinlikle yerleştirildiğini görürüz. Yer yer eleştirel bir tutum ve mesaj verme eğilimi benimsenmiş, yer yer de sadece bütün kimliklerden sıyrılmış bir kadının hassasiyet yüklü var oluşuna vurgu yapılmıştır.

Sorularla örülü öyküler yazmıştır Sevim Burak. Öykülerinde okurun karşılaştığı soruların cevabını da çoğu zaman iç konuşmalarda yine anlatıcı verir. Ama her zaman birinci ağızdan değil, bazen anlatıcının yine ta kendisi olan “öteki”nin ağzından dökülür cevaplar. Öteki, her zaman vardır onun öykülerinde ve neredeyse bütün öykülerinde “ben buradayım!” der; bazen bir iç ses olarak bazen de anlatıcının kendisini ötekileştirerek. Öykülerdeki yan temalardan olan ötekileştirilme ve öteki olarak görmenin bir yansıması olarak okunabilir bu.

Sevim Burak öykülerinin en ayırıcı özelliği belki de kullandığı zaman ifadeleridir. Gün ve ay isimleri, öğünler, yıllar, tarihler, saat ve dakikalar ve pek çok belirsiz zaman ifadesi Burak’ın öykülerinde büyük bir yer tutar ve vazgeçilmezlerindendir. Hemen hemen her öyküde zaman belirten onlarca ifade ve kelime ile karşılaşmak mümkündür. Yanık Saraylar kitabının ilk baskısında “İki Şarkı”, daha sonra da “Ölüm Saati” diye isimlendirilen öyküsünde: “Saat, akşam, bugün, sabah, gece, günlerce, şimdi, o zaman, saat yaklaşıyor, geç kaldım, saate bakıyor, bu gece, saati gelmiş, tam dört ay, yarı gecedir, yarın, saatten haberiniz var mı, saat yaklaştı mı, gitme zamanı geldi, çabuk, vakit geçtir, daha erken, on gün oldu, vakitsiz, vakit kaç, kaç yıl geçti, 1 yaş büyüksünüz, bir saattir, saatim 1’dir 2’dir 2 buçuktur, üçü çeyrek geçiyor, dörde çeyrek var, bugün ayın kaçı, bir dakika bile durmam, saatim üç çeyrek, öğleden önce, bu 1930 yılı, 5’ten önce gelmez…” gibi neredeyse bir sayfayı dolduracak kadar zaman belirten kelime ve ifade kullanmıştır. Bu sebeple “Ölüm Saati” öyküsünü tamamen zaman üzerine kurmuştur diyebiliriz. Bu öyküdeki zaman ifadeleri okurun kafasında karışıklığa yol açar, çünkü zaman kavramı bilinçli olarak belirsizleştirilmiştir. Ölüm saatinin yaklaştığı anlaşılan karakterin hem ötekiyle hem de ötekileşerek yaptığı konuşmalar öyküyü oldukça özgün bir yapıya kavuşturmuş ve okurun belleğinde tuhaf bir zaman algısı yaratmayı başarmıştır.

Türk Öykücülüğünün geç anlaşılmış ama öykü çerçevesini kendine has, özgün bir çerçeveye oturtmayı bilmiş yazarlarından Sevim Burak’ın Yanık Saraylar’daki bütün öykülerinde hemen hemen aynı yönelim vardır. Yazar, kitaptaki öykülerde farklı zamansal kurgular üzerinden biçim denemeleri yapmıştır. Zaman olgusunun sıkça işlendiği öykülerde açıkça görülen bu yaklaşımın Sevim Burak’ın bir öteki olarak yaşadığı zamana karşı eleştirisi ya da tepkisi olarak yorumlanabilir. Öykülerdeki anlatıcı karakterlerin dünyaya ve kurulu düzene karşı tavrı, içine çekilmesine, ötekileştirilmesini yalnızlığı ile eritip öteki’ye dönüşerek yine öteki’ye seslenmesine sebep olmuştur. Sevim Burak öykücülüğünde ötekileştirmenin öteki ile ötelenmesi durumu olarak adlandırabiliriz bu tutumu.

Fatih Çodur

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu