Meselesi olan edebiyat ve düşünce dergisi Kertenkele’nin 36. sayısı çıktı!

Mustafa Celep

DEĞİNCE DOKUNUNCA

Meselesi olan bir edebiyat ve düşünce dergisi: Kertenkele

Mevcut edebiyat dergileri içinde uzun süredir “şiir eleştirisi”ne hatırı sayılır bir yer veren Kertenkele, bu sayısıyla da yaklaşık 40 sayfaya yakın bir eleştirel toplamla kendine özgü farkını cesaretle bir kez daha ortaya koyuyor.

Emek ürünü, el emeği göz nuru şiir eleştirisi metinlerine yer verme gereği duymadan geçip giden, çıkıp yayınlanan, yayınlanıp çöp ve fosil şeklinde “dergiler mezarlığı”ndaki yerini alan bir yığın olarak edebiyat dergileri topluluğu ve çoğulluğu içinde ve ortasında, kendi “eleştiri farkı”nı ortaya koyarak incelik ve titizlikle eleştirel çalışmalara gönül indirmek de Kertenkele’nin “kalıcılık” nokta-i nazarından geleceğe “tohum bırakan” sıkı dergilerden biri olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor.

Özcümle, edebiyat ve düşünce dergisi Kertenkele, 36. Sayısıyla da “geleceğe kalan” bir süreli yayın olarak zihinlerdeki ve eleştirel edebî dimağdaki yerini almış bulunmaktadır. Yeni nesil dergiciliğin magazinel ve uçucu metinleri bir kenara, “kültür-sanat-edebiyat” mottosuyla yayınlanan birden fazla derginin bile “eleştirel dikkati” göz ardı ederek bir yayın faaliyeti içinde beyhude çabaları, 36 sayıdır çıkan Kertenkele’nin “dergicilik kulvarı”nda 36 kilometre önde yürüdüğünü, görmek isteyen/istemeyen gözlere bir kez de biz ifade etmiş olalım. Edebiyat topluluklarının, kliklerin, çete görünümlü yapılanmaların ve edebî cemaatlerin kendi iç menfezlerindeki muhkem/tahkim edilmiş sert yapısı, 36 sayı “Türk Şiir Eleştirisi”ne sunulan bu önemli katkıyı ve birikimi görmüyorsa; kimse bu durumda “vefa”dan ve “İslam kardeşliği”nden bahsetmesin, inandırıcı olunamıyor. (Bu mantaliteyle de samimi ve inandırıcı olmayı başarmaları ihtimal dahilinde görünmüyor). Kertenkele, tüm bu “hastalıklı körlüğe” rağmen, “kervan yolda düzülür” deyip yola revan olarak 36 sayı “Türkiye’nin ve Türk Şiirinin kaderine dair” sözlerini/savsözlerini ifade etmekten çekinmedi, çekinmiyor, çekinmeyecek! Artık dilimizin altında beklettiğimiz baklayı çıkaralım, değil mi?

Savsöz:1

Türkiye’de “kültürel iktidarın” gölgesine sığınmadan “yerli ve milli” bir edebiyat ve düşünce dergisini çıkarmak mümkün müdür? sorusunun cevabı 36 sayı yayınlanan Kertenkele’dir! (Aksini iddia eden varsa boğuşalım onunla!)

Savsöz: 2

İslami holdinglerin gölgesine sığınmadan, “Türkiye’de bağımsız bir dergicilik nasıl yapılır?” sorusunun cevabı da Kertenkele’dir! İşte 36 sayı! İşte ispatı! Halep oradaysa arşın burada! Bu topraklarda!

Savsöz: 3

Sözünü sakınmadan, milletten ve memleketten yana olarak, “Bu Ülke”nin dertleriyle hemhâl tek edebiyat ve düşünce dergisi Kertenkele’dir!

Şimdi bu “tek”liği ve kendine münhasırlığı, Türkiye’nin ve Türk Şiirinin kaderiyle merbut halini, “içsöz”lerden hareketle belli başlı meseleler etrafında ve maddeler biçiminde ispat edelim:

Madde: 1

Kertenkele, uzun süredir devam ettirdiği yazı dizisi “içsöz”lerde, Türkiye’nin ve Türk Edebiyatının gündemine dair belli başlı meseleleri konuşarak cesaretli söylemleriyle söz alıyor, söz söylüyor. 36. Kertenkele’de de “içsöz”ler bu kez üç farklı ama birbiriyle bağlantılı meseleyi tartışmaya açıyor:

“Şiir öldü mü? Hikâye yaşıyor mu?”

Muammer Yavaş, kaleme aldığı “içsöz”lerin ilk cümlesi olarak, “Evvela şiir merak edilir,” diyor; sözü şiire, şiirin başat ve öncelikli oluşuna veriyor. Edebî türlerin şahı olarak sözü, önceliği şiire vermek, edebiyatı şiirle başlatmak, Yavaş’ın da bir şair olduğu göz önünde bulundurulduğunda, önemli ve gerekli bir başlangıçtır. Yavaş, hikâyeyi, hikâyenin hayatta oluşunu da şiire bağlıyor ki bu, özgün bir kavrayıştır. Şiirle hikâye arasında hayatî bağlar kurmak, günümüzde modern öykü eleştirmenlerinin çokça üzerinde durmadığı bir husustur. Bu eleştirmenler, şiir-öykü bağını kurarken şiire dair, şiirden faydalanmaya yönelik “duygusal betimlemeler” ve “şiirsel dil” bağlamında teknik olarak bir “öykü kurma zihni”nden bahsederler. Yani genel olarak öykücüler, öykü teorisyenleri ve eleştirmenleri şiiri, şiir sanatını, şiire özgü dili, teknik bir malzeme, duygusal bir atmosfer ve dekoratif bir unsur olarak kullanmaktan yana bir tutum sergilerler. Oysa aynı zamanda bir şair de olan Muammer Yavaş’ın bu hususta şiire öncelik tanıması ve şiiri taçlandırması ona yakışır bir davranıştır ve ona özgüdür. Yavaş, “İçsöz”lerde bu hususu şık bir ifade ile şöyle dile getirir:

“Şiir öldü mü hikâye için yaşıyor denemez.”

Bu bağlamda ve bu minvalde, Yavaş’ın “içsöz”lerde sorup dile getirdiği şu hususu, günümüz öykü sanatını gerçeklik kavrayışından ve “gerçek bilinci”nden arındırmak/soyutlamak isteyen “durum öykücülerine” ve suya sabuna dokunmak istemeyen öykü eleştirmenlerine sormak gerekiyor:

“Türkiye üzerine düşünmek ve varlık göstermek gerektiğinde bir edebî tür olarak hikâyenin buna kudreti görülmüş mü?”

Şiir-Hayat bağlamında Yavaş’ın şu veciz ifadesi, çerçeveletilip öykü eleştirmenlerinin duvarına asılsa gerektir ve katılmamak mümkün değildir:

“Şiirde hikâyenin hayatı mündemiçtir. İhtiyaç duyduğu yaşam belirtileri şiirin devamına sıkı sıkıya bağlıdır.”

Geçmişten günümüze Türk Edebiyatında şiir/şair, akamete uğradığı dönemler dışında, daima ve hep hayattan yana bir tutum ve tavır sergilemiştir. Hayata kök salan şiirin dinamik ruhunu göz ardı ederek öykü yazmak ise ancak ve ancak bir biçim gösterisi olacaktır. Öykünün, (bugün hayat damarları soyut oyunculluğa indirgenmiş öykünün), şiirin hayatiyet kesbeden özüne ihtiyacı vardır. Şiirdeki bu dinamik özle hikâyenin bir anlatı dili çerçevesinde şekillendirdiği hayatı birbiriyle bağlantılı bir bilinç ve bir hayat özüyle birlikte ele almak, bir şairden bekleneceği üzere, özge bir bakıştır, hakkaniyetlidir ve özgündür.

Muammer Yavaş, “içsöz”ler muvacehesinde Türkiye’nin edebiyat gündemine dair sorulması gereken belirleyici nitelikteki esaslı sorularını sormaya devam ediyor.

Mesela merkezi dergilerdeki yönetimin hikâyecilerden oluşmasını göz önünde bulundurarak, genel olarak edebiyat ortamına bugüne dek hiç sorulmamış bir soru yöneltiyor:

“Şiir öldü mü ki dergileri ‘hikâye’ yönetiyor?”

Hasılı kelâm, “içsöz”ler, üzerinde çokça düşünülmesi ve fikir yürütülmesi gereken sorular soruyor, meseleler ortaya koyuyor. Bu bapta, Türkiye’nin edebiyat mahfillerinin bu önemli konu ve soru/n/ları tartışacağını umuyoruz.

Madde: 2

Kertenkele’nin “içsöz” başlığı altında tartıştığı ikinci mesele, Hece Öykü’nün 85. Sayısında yayınlanan Kemal Gündüzalp imzalı “Selahaddin Demirtaş güzellemesi”dir. İslamcı (İslamî hassasiyetlere sahip anlamından İslamcı) bir edebiyat yayını olan Hece dergisinde, SD’nin “gizli bir yetenek” olarak satır aralarında aklanmaya çalışılması, Muammer Yavaş’ın, dolayısıyla Kertenkele’nin de sert bir biçimde eleştirdiği bir mesele olarak öne çıkıyor. Bu bağlamda, yoğun bir tepki ve tavır anlamında, sosyal medyada Muammer Yavaş, Mustafa Özçelik, Bünyamin Gürel ve Nadir Aşçı dışında, kesin bir karşı oluşla net olarak ciddi bir duruş sergileyen şair, yazar, edebiyatçı, yayıncı, kültür adamı, öykücü ve eleştirmene tanıklık etmedik. Şair Muammer Yavaş, yenilir yutulur bir lokma olmayan ve yutturulmaya çalışılan bu hince zoka karşısında, duruş sahibi ve samimi bir Müslüman-şair olarak tepkisini dile getiriyor.

Bu satırların sahibine göre, şehitlerimizin kanı üzerinde hâlâ daha kirli elleri dolanan bu mel’un şahsın, bir “öykücü yetenek” olarak öne çıkarılması veya bahse değer görülmesi, neresinden bakılırsa bakılsın bir suçtur, bir cürümdür ve maşeri vicdanı yaralayan bir hatadır. Bunun “Kamuoyuna Açıklama” ile savunulacak ve düzeltilebilecek hiçbir yönü yoktur. Hece dergisi, bu anlamda bir duruşsuzluk ve ilkesizlik örneği sergilemiştir.

Muammer Yavaş’ın karşı çıktığı husus, KG tarafından biçimlendirilen “kılıf” ve bu “kılıf” altında “yazınsal başarı” öne sürülerek aktarılmaya çalışılan niyettir.

Bu satırların sahibine göre, KG’nin iki yüzlü bir üslûbu, yazım tarzı ve deyiş biçimi var. Net olmak gerekirse, KG hem “yazınsal yanıyla başarılı bir öykü kitabı”ndan bahsediyor hem de SD’nin “yazarlığını özgür koşullarda sürdürmesinin anlam kazanmasını” dile getiriyor. Yani KG, Seher’deki “politik öz”ü de açığa çıkarmış oluyor…

Burada bir tezgâh var. Burada bir numara var. Burada sağ gösterip sol vurma var. Burada bir münafıklık var. Burada bir pazarlama var.

Buna mukabil “Hece Yayınlarının Kamuoyu Açıklaması” ise birbiriyle çelişkili ve birbirini tutmayan veriler sunuyor. Hem bir “düşünce geleneği”nden ve “yerli bir kimlik”ten geldiğinizi söyleyeceksiniz hem de “kirli bir el”in pazarlığına bir İslamcı yayın üssü olarak zemin hazırlayacaksınız… “Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat ve Mavera geleneği”nden gelmek bu cürmü işlemeye izin veriyorsa bu, tepeden tırnağa bir ilkesizlik ve gelenekten sapmadır. Hem sonra bu edebiyat ve düşünce geleneğine mensup olmak, bu cürmün sorgulanamaz olduğunu mu gösteriyor? Bu durumda bu gelenek de işlenen bu suça “bir kalkan” görevi görüyor. Hece’den daha mantıklı bir açıklama beklerdik ama içinde bulundukları “kültürel kibir”, bu mantıklı açıklamayı yapmayı gerekli görmüyor(?!)

Ancak gel gör ki bu iki yıllık süreçte, Hece tarafından “yetiştirildiği söylenen pek çok yazar”, hiçbir eleştirel duruş sergilemeden bir şey olmamış gibi Hece’de görünmeye devam etti. Bu satırların sahibi bu durumu ve bu hali ilkesizlik ve duruşsuzluk olarak adlandırıyor.

Muammer Yavaş da bakın bu hali nasıl adlandırıyor:

“Hece tarafından yetiştirildiği söylenen pek çok yazar mühim. Kimler ise artık o yazarlar Hece ne yaparsa doğrudur demeleri gerektiğini kendilerine öğretilmiştir! Doğrusu biz tanımıyoruz onları. Fakat şunu biliyoruz, bu konu ekseninde Hece’ye yapılan eleştiriler o pek çok yazardan gelmedi. Onlar yetiştirildiği yerde beklemekteler. Şu hâlde Hece dergisinin Türkiye’nin fikir ve edebiyat dünyasına yaptığı katkılar, ifade edildiği gibi tartışılmaz değildir.”

Hasılı kelâm, şair Muammer Yavaş’ın, dolayısıyla Kertenkele’nin sorduğu, ısrarla sorduğu sorunun cevabı alınamamıştır:

“Türkiye’nin hikâyesine Hece bu katkıyı niçin yaptı!”

Hem üstelik “yazarın şahsi fikirleri” diyerek geleneği bu cürme malzeme kılmak, neyin kafasıdır?

Netice-i kelâm, vahim olan şu ki, bu cürme genel olarak yazarlar nezdinde güçlü bir tepkinin verilmemiş olmasıdır; bu ise millet olarak İslami değerler ve İslami edebiyat konularında ciddi bir biçimde yara aldığımızın seçik bir göstergesi olarak orada öylece duruyor.

Yaşadığımız “edebi çölleşme”nin ve değer yozlaşmasının bir sebebini de (gettolaşmanın ve çeteleşmenin yanında) bir de burada, bu tepkisizlik ve duyarsızlıkta aramak gerektiğini düşünüyorum…

Hece, vatanımızın ve milletimizin hassasiyetlerini göz önünde bulundurmadan bir yanlışa imza attı; kendine yazık etti, bizi hayal kırıklığına uğrattı, yanlışa ve değer yitimine doğru yürüdü… Hece’deki ve genel olarak edebiyat ortamındaki etik çürümüşlüğün ve sanatçı yozlaşmasının boyutlarını ve uçurum farkını bir de bu açıdan çıkarsayabilirsiniz. Bir de buna “Türkiye’de düşünce özgürlüğünün durumu ortada,” deyip siyasi iktidara diş bilemek de Hece’deki dönüşümün ve genel olarak edebiyat ortamındaki etik duruşsuzluğun bir başka göstergesidir. “Ülkemizin tarihsel değerlerinin ve birikiminin sahibi ve savunucusu” olduğunu iddia eden Hece’nin milletimizin milli ve manevi değerleri üzerinde kirli elleri olan sözde siyasi temsilciyi ve kitabını “yazar” diye pazarlaması ve bunun için de zemin hazırlaması, ahlaki çürümenin hangi boyutlarda olduğunu apaçık gösteriyor. “Terörün ve terör destekçilerinin karşısında olmak”la bir sözüyle milleti sokağa döken sözde siyasi temsilciyi “başarılı bir öykücü” olarak yansıtmak, olsa olsa tutarsızlık ve ilkesizlikte tavan yapmaktır ve bir çeşit düşük seviyeden bir aymazlıktır.

Velhasıl kelâm, bu hamur çok su götürür… SD’nin yeni bir romanının piyasaya çıktığını göz önünde bulundurduğumuzda, bu pazarlığın “kirli bir pazarlık” olduğunun emarelerini de yakında göreceğiz demektir.

Madde: 3

“Palto Söylemi” 

Şair Muammer Yavaş, edebiyat ortamındaki ve söyleşilerdeki ikide bir ifade edilen “şunun paltosundan çıktım, bunun paltosundan çıktım,” söylemlerinde öykücülerin samimi ve ciddi olmadığını ifade ediyor. Bu satırların sahibine göre, bu söylemlerde bir çeşit “kibir heyulası” dolaşıyor. Elitist bir kasılma da diyebiliriz buna. Bu söylemleri dile getiren öykücülerin, Gerçekçi Şiirin kalesi konumundaki Âkif’in paltosundan hiç bahsetmeyişleri, olsa olsa “titr” kaygısı ve imaj gösterisi izlenimi taşıyor. Öykülerini alabildiğine yapay bir metin ve oyun kurma endişesiyle kaleme alan yenilik özentili bu öykücüler, haliyle yoksul bir şair olan Âkif’in paltosunu bahse değer görmeyeceklerdir. Oysa samimiyet ve sahicilik nokta-i nazarından Âkif’in paltosu, bir İstiklâl Marşı kadar muteberdir. Bu minvalde şair Muammer Yavaş’ın, dikkati Âkif’in paltosuna çekmesi önemli ve gereklidir. Türk Hikâyeciliğindeki “modern öykü” tasallutu, maalesef bu tip içtenliksiz söylemlerin prim yapmasına imkân sağlıyor, bir çeşit “hava atma” biçimi, yapay bir trip, yüzeysel bir artistlik…

Kibir abidesi küçük şahsiyetleriyle bir nevi “yarı-tanrı” gibi davranan “modern öykü putperestleri”ne Muammer Yavaş’ın “içsöz”leriyle cevap vermek, en yerinde bir tavır olacaktır:

“Paltodan çıkmak isteyenler veya birilerini paltodan çıkarmaya meraklı olanlar, şapkandan tavşan çıkarmayı öğrenseler daha makul davranmış olurlar.”

En nihayetinde Muammer Yavaş’ın kaleme aldığı “içsöz”lerin gündeme getirdiği konular, mesele taşıyıcı gücüyle ilerleyen günlerde çokça konuşulacak ve tartışılacaktır. 36. “içsöz”lerin bu anlamda son cümlesi oldukça manidardır ve üzerinde durmayı gerektirir:

“Şiir öldü mü? Hikâye yaşıyor mu?”

Bize göre, öykünün yönetimde olduğu dergilerden edebiyatta devinim/hareket bakımından çok büyük bir beklenti içine girmemek gerekir. Edebiyatta ve şiirde atılım, daima şairlerin yönetimde olduğu dergilerden başlamıştır bugüne dek. Öykü dünyamız, neticede bir hayal denizi içinde kulaç atmaktadır. Gerçeklik bilincinden yoksundur. Öykücü/yöneticiler, gerçekçi hikâyeye alan açmadığı ve bu minvalde bir anlayış değişimi/dönüşümü yaşanmadığı müddetçe öykü ortamının gür/gürbüz bir hal almasını beklemeyelim.

Türk edebiyatında başından beri değiştirici/dönüştürücü hareket, daima gerçekçilerden gelmiştir.

Hasıl kelâm, 20 sayfaya yakın “içsöz”ler toplamıyla bu devinimli yazıların yorum zenginliği barındıran oldukça derin yapılı olduğunu söylemek mümkündür. Kertenkele, bugüne dek hiçbir edebiyat ve düşünce dergisinde tanık olmadığımız bu uzun oylumlu yazılarıyla Türk Edebiyatının altın sayfalarına kendi özgün mührünü şimdiden nakşetmiş durumdadır.

Ön değiniler:

“İçsöz”lerin dışında Kertenkele, Şair Muammer Yavaş, “Atlar” ve “Ya İlahi” şiirleriyle karşılıyor okuyucuyu. “Atlar” şiiri, Arap atının tarihsel süreç içindeki değiştirilip dönüştürülme hikâyesini imgeleştirip şiir diline aktarmasıyla dikkat çekiyor. “Atlar” şiirinin geneline kalın bir hüzün tabakası ve epik bir iklimin hâkim olduğunu görüyoruz. Bu şiir, bu haliyle bünyesinde atların yitip gidişine destansı bir ağıt havası taşıyor.

Yavaş’ın “Ya İlahi” şiiri de öğretici ve zengin yorumlara gebe bir şiir. Günümüz şairi genel olarak Allah ile bağlantısında “Tanrı’yı cisimleştirme” hastalığıyla malul. Bu şiir, bu sayrıl yaklaşımdan mesafelerce uzaktır ve sahih şiir hanesindendir. Muammer Yavaş’ın “Ya İlahi” şiirini bu anlamda bugünün genç şairine öneriyoruz. Ola ki Allah ile olan ontolojik bağlarını sahici kılarlar. Şiirden tadımlık bir bölüm:

“Kibir dolu filikalar taşıdı onları

Genç ya da ihtiyar zengin ya da fakir demeden

Düşman bellendiler bir gece

Kendilerini savunmaya fırsat vermeden

Yer altından ve gök yüzünden gelen haberlerle

Ya ilahi”

Ali Celep, “Tövbe Aşk” şiirinde Zarifoğlu şiirinin metafizik ikliminde dolaştırıyor okuyucuyu. “Tövbe Aşk”, Zarifoğlu’nun şiir dünyasından ilhamen kıvrak söyleyişi ve mısraı berceste tadında, akılda kalan mısralarıyla dikkati çeken bir diğer şiir. “Tövbe Aşk”ta, Zarifoğlu şiirinde olduğu üzere, zarif ve ince bir duyarlık, beşerî tecrübe üzerinden titiz, düzenli, özenli ve biçimli mısra kurma teknikleriyle etkiliyor okuyucuyu. Yavaş’ın ve Celep’in şiirlerinden de inanç atlası ve ruh halleriyle, Allah’ın hayatiyete ilişkin hükümlerine olan titizliğin sanat bağlamında güzel örnekleri yansıyor.

“vay ki dünyayı kullandım bir jestle şiir yazdım

bir jestle mülkiyetsiz yaşamayı öğrendim.”

Genel olarak (bu sayı özelinde) Kertenkele’de yayınlanan şiirlere Zarifoğlu’nun inanç ikliminden doğan şiirlerin serinleten gölgesi sinmiş durumda. Ama bu şiirlerin ayırt edici özelliklerini de ifade etmek durumundayız: Bu şiirler, Zarif şairi birebir taklit etmiyor. Bu şairler, kendi özge ve özgün mührünü şiirlerinin karakteristik özelliği haline getirerek yazıyorlar şiirlerini. Yani dünyaya, insana, doğaya ve hayata bakışta bir özgelikten bahsediyorum. Mesela bu minvalde Abdurrahman Ekinci ve Mustafa Karaosmanoğlu’nun şiirlerinde de inanç temelli işleyen bir zarif şiir zihninin dolaştığını söylemek mümkündür. Bunun yanında Fatma Esti de “Taç Utangaçlığı” şiiriyle “zarif bir şiir” sunuyor Kertenkele okuyucusuna. Mümin mütevekkil bir inanç şiiridir “Taç Utangaçlığı.” Yerli motifleriyle Karadeniz insanının bozulmamış tabiatının yansıdığı, şiirin evrensel boyutuyla da bu gelimli-gidimli hayatta güzel ve ince yaşayan hürmete layık insanların inanç dünyasından okuyucuya ses veren bir şiir Taç Utangaçlığı:

“Bazıları parmak uçlarıyla geçer hayattan

Gürültüsü kalabalığı olmaz

Bilmezler çığırtkanlık yapmayı

Öyle güzel öyle masum yaşarlar

Mevsim çiçeğe yürürken

Karayel vurur buz tutar Kiraz”

Kertenkele’nin bu sayısında, önceki sayılarında da olduğu üzere, Kırım, Bengladeş ve Sudan gibi dünya şiirinin çağdaş örneklerine yer verilmesi, derginin “dışa açık” yönünü vurguluyor ve bir anlamda da bu çeviriler, “dünyaya açılan pencere” özelliği taşıyor. Aynı cihette bu “tercüme dikkati”, derginin ufkunun genişliğini gösteriyor.

“Şehitler sonsuza dek varlar

Ancak yaşamları kısa olduğundan

Hayatı söndürüp vatanı sağlayıp

Ölümsüze gitmişler” (Mohamed Salim Mahdi)

Adnan Duran, “Anadolu’nun Yazısı” adlı hikayesiyle Anadolu topraklarından, taşranın içli ve dokunaklı atlaslarından hüzünlü anılar aktarıyor Kertenkele okuyucusuna. Bu anı-hikâye, kurmaca oyunlarından uzak oluşu, süssüz, yalın, doğal ve sahici hikâye algısıyla “Yerliliğin ve yerlilerin hikâyesi nasıl olmalı?” sorusuna güzel bir cevap teşkil ediyor.

Yakup Altıyaprak, “Kayıp Kuşak Entelektüeller” başlıklı yazısında devlet ve toplum tarafından ilgisizliğe mahkûm edilmiş aydın kişileri konu ediniyor. Altıyaprak’ın dikkatine ve yazdıklarının tümüne birden katılabilmekle birlikte, artık günümüzde (en düşük öğretmen maaşının 4500 TL olduğu bir zaman diliminde) “kayıp kuşak” kavramının geçerliliğinin kalmadığını ve hükmünü yitirdiğini söylemek durumundayız. Bugünün ekonomik koşulları göz önünde bulundurulduğu bu anlayış değişti artık. “Kayıp Kuşak” yerine “Zengin Kuşak” diyebiliriz ancak. Bugünün maaş imkanlarının iyi olduğu bir dönemde “Kayıp Kuşak var mı, kaldı mı ki?” sorularını sormamız gerekiyor. Eğer “Kayıp Kuşak” kavramından bahsedeceksek, devlet ve belediyeler tarafından desteklenmeyen, kendi imkânları ve otodidakt bir çalışma tarzıyla kendini yetiştirmeye çalışan, tek başına yaşayan, yalnızlığa itilmiş ve terk edilmiş bir vaziyette yaşama mücadelesi veren çok sınırlı bir azınlıktan bahsedebiliriz ancak. Elbette bunların karşısında da belediyelerden ve yönetimlerin türlü çeşitli imkânlarını semiren bir kesim yer alıyor bu durumda, bu topluluğa karşı konuşlanan… Devletin imkanlarını tepe tepe kullanan ve Anadolu’ya daima ve hep yedi tepeden bakan bir şairler topluluğundan bahsediyoruz. Bu şairlere iştirak edilmediği sürece hep dışlanan ve görmezden gelinen, sessizlikle karşılanan bir kuşaktır ancak Kayıp Kuşak. Konuyu, meseleyi böyle ele almak lazım, diye düşünüyorum. Yani “Kayıp Kuşak” kavramını kültürel iktidar, gettolaşma, çeteleşme ve edebi cemaatler bağlamında ele almak gerekir ki bu konu da daha mantıklı ve nesnel karşılığı olan bir tartışma konusu olsun… Kendilerine iştirak edilmediği sürece yok sayılan bir kuşaktır Kayıp Kuşak.

Kertenkele, kalıcı bir mesele olarak Edebiyat Tarihine geçti

Buradan, Ahmet Mithatvari bir sonuç cümlesiyle bu sıradışı dergi tanıtım yazısını tamama erdirelim, bir sonuca bağlayalım:

Sevgili mümeyyiz vasıflara sahip değerli Kertenkele okuyucusu,

Senin de okuduğun ve tanık olduğun gibi, bu matbu yayın, her sayısıyla kültür, edebiyat ve medeniyet dünyamıza ciddi katkılarıyla “Türk Edebiyatı Dergiciliği”ne altından mührünü nakşetmiş durumdadır.

Bu emek mahsulü titiz yazıları, gören gözlere de görmek istemeyenlere buradan duyuruyoruz.

“Milletin ve memleketin sıhhatine giden yol nasıl açılır?” sorusunun cevabıdır Kertenkele. “İçsöz”ler bu durumu fazlasıyla özetliyor.

Memleket meseleleri üzerinde düşünerek “yerli ve milli bir dergiciliğin nasıllığı” sorusuna bir güzel cevap oluşturuyor Kertenkele.

Tarih, (burada Türk Edebiyatı Tarihi) 1999-2020 yılları arasında 36 sayı çıkan bu göz nuru emeği kayıtlara geçiyor…

Şurası bir gerçek ki görmesini bilen gözler, kavrayış bakımından derin, beğeni bakımından incelmiş, dikkatli ve titiz araştırmacılar, incelemeciler, hakkaniyetli okurlar, eleştirmenler ve edebiyat öğretmenleri, kültür ve sanat adamları da bu zihinsel emeği, vefasını, cefasını, çilesini ve korkusuz cesaretini de taçlandıracaktır.

Hakkaniyetten yana olan edebiyatçı-yazarlar, 2000 sonrası Türkiye’den 2020 Türkiye’sine, bu topraklarda, bu edebiyat ve kültür ortamında, “edebiyat ve düşünce dergisi Kertenkele, 36 sayı bu dünyaya sakınımsız cesareti ve özgüveniyle söz söyledi” diyecektir.

İnancı ve değerleri üzerinde titizlikle duran bu samimi şairleri sabır, azim, kararlılık ve şecaatle hatırlayacağız.

Dünyanın ve edebiyat ortamının artık çivisinin çıktığı bu koronalı maskeli evrende, maskesiz, riyasız ve içtenlikli şairler de yaşadı ve şiir yayınladı diyeceğiz.

Görmesini bilen dikkatli bir göz, kendi sınırlı imkânları içinde “nitelikli eleştiri”, “nitelikli düşünce”, “nitelikli şiir”, “nitelikli hikâye” ve “nitelikli ve yiğit bir edebiyat ve düşünce dergisi”nin somut örneğini görecek ve hatırlayacaktır.

Not:

Kertenkele dergisini kısa zaman içinde tükenmeden ve aranan dergiler arasına girmeden internetten ve mail adresinden sipariş etmenizi öneririz.

Derginin internetten sipariş adresi:

www.dergiyurdu.com

Mail adresi:

[email protected]

Esenlikle kalın,

Evde kalın,

Kertenkele ile kalın…

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu