Sessizliğin Şarkısı | Cesur Gültekin

SESSİZLİĞİN ŞARKISI

Cesur Gültekin

       Yaşlı bilge “ALLAH’ tan gelen her şeyi seveceksin, bu, yoksulluk olsa bile” dedi…

       Ne cevap vereceğimi bilemedim, yoksulluk denince aklıma ”çaresizlik” geliyordu. Derse geç kalan bir öğretmen gibiydi, insanın sabrı tükeniyordu…Bu yüzden benim B planım vardı.

       “Dünyamıza kabul etmediğimiz kavramlar bize sahiplenemezler. Önce o kavramın gerçekliğini kabul etmeliyiz” dedim.

        Kendi kendime “Ben yoksul değilim diye telkinde bulundukça, bu kavram içime girmek için açık kapı bulamayacak, kendi kendine yok olup gidecektir. Kendine ait bir koltuk bulamayacaktır” diye düşündüm…

       Düşünceler de bulaşıcı bir virüs gibidir…

       Bir şeyin gerçek olması için önce onun varlığını kabul etmemiz gerekir…Her insanın dünyasında hayat bulan kavramlar vardır, veya bazı kavramlar o dünyada olmadığı için var sayılamazlar. Yani, bir şeyin varolmadığını söyleyen birisi için o şey gerçekten yoktur, çünkü dünyasına bile girmemiştir, ki var olsun! Bu yüzden, bir şeyin varlığını tartışmak kolay değildir.

        Gerçek olan tek şey ALLAH tır. Diğer her şey geçici ve değişkendir. Bu yüzden hiç bir şey ALLAH tan fazla gerçek olamazdı.. Ceza veya mükafat denen şeyler aslında ALLAH ın verdiği kararlardı. Tevekkül, aslında peşine düşülmesi gereken, gerçek bayram şekerleriydi.

        Yaşlı bilge, “Bir şeyi ALLAH için yapmak veya yapmamak işte bütün mesele bu” dedi.

        Buz gibi suların akıp gittiği çayın kenarına dek yürüdük. Kuşlar, böcekler sanki bizimle moral bulmuştu, kuşların cıvıltıları gittikçe artıyor, serin bir rüzgar, ağaçların dallarını hafifçe sallıyordu…

        Yaşlı bilge:

        “Dikkat ettin mi? Hayvanlardan öğreneceğimiz dersler vardır. Mesela karıncalar, başka hayvanların işlerine karışmazlar. Yani Tanrının kendilerine verdiği ödevin dışına çıkmazlar. Karınca, karınca gibi davranır. Diğer canlı türleri de öyle davranırlar. Sadece insan, insan gibi davranmayı unutur da başka canlı türleri gibi davranmaya başlar, böylece RABBİNE giden yolları karıştırmaya ve şaşırmaya başlar” dedi.

         Dünyada yapılan ameller tarlaya dökülen tohumlar gibiydi, herkes layık olduğu ürünü iyi veya kötü toplamaya başlıyordu. Acılar, sevgiliye giden atlardan birisiydi.Karanlıkta açılan gözlerin kendisiydi.Çiçekler ortasında güzel olmak kolay değildi.

        İnsanlar memnun olurken bile hata aramaya meyilliydi. Kolay kolay affetmiyorlardı. Bazen elli yıllık eşinden bile ayrılan kişiler oluyordu, vefa olmayınca gerçek bir sevgiden bahsedilemezdi. İyi bir insan olmak, ALLAH ile dost olmaya bağlıydı…

        “ALLAH a vakit ayırmayan birisi ister istemez şirk işlemiş demektir” dedi, yaşlı bilge.

        İçimden “Vay canına” dedim. Şirk çok sinsi bir günahtı. Karda yürüyor, izini belli etmiyordu. Ancak, karıncaların yuvasında bile neler olup bittiğini bilen sonsuz ilim sahibi bir Rabbimiz vardı…Tek kurtuluş çaresi, ALLAH aşkıydı. Bunu başarabilen kişi, hem dünyasını hem de ahiretini kurtarıyordu. İnsanlar, “O”na musahhar oluyorlardı, aslında anlayana bu bir armağan gibiydi. Oysa, bozuk para gibi ucuz, elden ele dolaşanlar çabuk harcanıyorlardı. Ancak bazı paralar vardır ki, ortaya çıkmayınca toprağın altında olsalar bile bir zaman sonra antika değeri kazanıyorlardı.

        Bilge ile birlikte çalı çırpı ateşinde pişen çayı içerken yanında tandır ekmeği çok güzel gidiyordu. Ne tuhaf, bilgenin kendisi de çalı çırpı ateşi gibiydi, ben de ateşi görünce pişmiş olan tandır ekmeği gibi doğal bir kişiliğe sahiptim…

        Hava kararmıştı, yağmur çiseliyordu. Güneşin battığı yerde beyaz kırık çizgiler arada bir görünüp kayboluyor, ateşin başında çayını yudumlamakta olan bilgenin suratı bir ateş dansı oyunuyla sanki kılıktan kılığa giriyordu. Bilge anlattıkça çiseleyen yağmurun ezgiyi duyumsatan hafif sesi garip bir müziğe dönüşüyordu.

        Bilge: “Sessizliğin şarkısını buldum diye sokaklarda bağıran bir deli gördüm” dedi…Bilge bunları söyledikten sonra ateşin içine daha bir dikkatli baktı. Sanki, gözyaşlarını tutmaya çalışıyor gibiydi. Derin bir iç çektikten sonra anlatmaya devam etti. “Delinin yanına gittim, sessizliğin şarkısını bana öğret” dedim. “Merak etme, mezarlık sana öğretir” dedi. Belli ki bir yakını ölmüştü. Eskiden üstü başı yırtık birisi ortalıkta dolaştığında adı deliye çıkardı, oysa çoğu zaman bu deli denen kişi herkesten akıllı olurdu. Şimdiyse zaman değişmiş, elbisenin yırtık olma modası vardı . Sonra, deli yanımdan uzaklaşırken, şöyle dedi “Sen hiç bayram sabahı gülerken ağladın mı?”

        Gerçekten de acılar, sessiz gibi görünse bile acıklı bir şarkı gibiydi. Ancak bu şarkının farklı bir özelliği vardı. Hiç bitmeyen, benliği anıların çığlıklarıyla döven, garip bir şarkıydı.

        Öyle bir acıydı ki, sesler ile sessizlik bile yer değiştiriyordu. Sesler anlamsız oluyordu. Sadece sessizliğin anlatabileceği garip bir acıydı, çünkü, kelimeler yetersiz kalıyordu, onlar da zaten çok geçmeden kalbin içinde bir girdabın içinde çığlıklar atarak kayboluyorlardı…

Cesur Gültekin

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu