Seza Kaya Celep’ten Dört Hikâye
Seza Kaya Celep’ten Dört Hikâye
Kuş Duası
Sıra arkadaşıymış Lilan, evcil hayvan almışlar evine. Lilan… Lilan… Ayşelere, Fatmalara, Zehra’ya ne oldu? Ya babasının süsü Zeynep’e? Ah! Gözümün Elif’i ah! Sadece türkülerde mi kaldın sen? Başka isim mi bulamamışlar çocuğa diye düşünürken, bizim kız çıkardı çantasına yüklediği derdini.
Talimliydim vesselâm. Bu sahne hiçte yabancı değildi bana. Kırk metre kare evin banyosunda at beslemek isteyen kardeşim bile vardı benim. Birazdan başıma geleceklerden gayet haberli, rahat rahat ağlayabilmek için eve doğru adımlarımı hızlandırdım. Hay! Mübarek çocuk! Nasıl hayır diyebilecektim ki sana? Nasıl o küçücük yüreğine dizecektim hevesini? Bir kuş bu kadar mı güzel istenir? Sanırsın kanatlanıp uçacak okul yolunda. Anlayabilir misin anlatsam özgürlüğü sana? Yıllar boyu tam seher vakti hazır ol duruşunda beklerdim onları, tıpkı seni beklediğim gibi. Pencerenin önüne en tazesinden kırıntıları dizerdim bir oya misali. Ezan ile buluşurken, onlarda nasibine kavuşurdu. Öyle ya, nereden bileceksin aldığım her nefeste ettiğim duayı. Onlar gibi, senide belki bir gün besleyebilme umudunu. Ey güzel evlat! Tabiatına aykırıdır esaret, kuşların. Bir bakarsın, o deniz senin, bu dağ benim göç yolunda, bir bakmışsın salâta durmuşlar, pencere taşlarında. Hikayelerini çizebilirim, resmini anlatabilirim fırçam döndükçe sana. İstersen en havalısından yemlik yapalım birlikte. Ammaa, isteme benden bize yapılmasını istemediğimizi.
Gökyüzüne sığdıramadığımı, kafeslere sığdırabilir miydim hiç? Gömebilir miydim kuşları içime, daha diriyken vefa borcum?
*
Alkışlar Çetiklere
Çayın kokusu gelmiyor artık!
Kuzinenin sıcaklığını alabilir misin
Oturduğun kadifeden varaklı koltuklarda?
Nerede nenemin emeği basma minderler?
Olsa olsa sandıktaki çetiklerin yanında.
En sevdiğim gün Cuma.
Akşamına beklerken yatsıyı,
Ne de uzun okurdu hafız hoca ezanı!
İçimden duayı çabuk edince,
Tezinden gelir sanırdım mescit efradını.
Birde tespih namazı mı vay halime!
Uyku düşünce gözlerime dürterdi Bibercilerin Şerife.
Pov serilir, patikler dizilir, yüzükler ellerde.
İşte beklediğim an!
Açılsın perde! Başlasın oyun!
Tüm alkışlar çocukluğun seyrine.
*
Oyun Cimrileri
En afilisinden spor ayakkabıları vardı muhtar kızının. Ağzımın suyu aka aka bakardım onlara. Haset eder miydim? Yeminle söyleyemem. Ama Zeliş… Koca bir çocukluk boyu seken bacakları, öyle büyük bir yük bindirmişti ki omuzlarına, vız gelirdi ayağındaki Ankara lastikleri ona.
Ne aşşa mahalledendi o, ne de yukaa. Tam ortada tarihi virane hamamın yanında otururlardı. Aynı hüzünlü kalbinin sığmadığı kötürüm bedeni gibi onu da sığdıramadılar oynadıkları oyunlara. Beden derslerimiz boş geçerdi. Müzikçi girince daha da bomboştu laf aramızda. Okuldaki tek yamalı topu bize verir, serbestsiniz derdi. Havası inmiş topu oğlanlar alır, biz de en sevdiğimiz oyunu oynamaya başlardık. Balık ağı… Mahallede çitlediğimiz günebakanın, okul bahçesinde içten bir gülümsemenin, elimizi uzatmanın cimrisi olmuştuk. Kenarda usulca bizi izleyen Zeliş’i, şimdiki vicdanımla başımda taşımaz mıydım hiç? Ama o vakitler, garibimin yerine, kavak yelleri tüterdi bencilce başımda. Ta ki, yeni bedenci gelene kadar.
Yolunu mu şaşırmıştı bu öğretmen? Koca şehirden geldi dediler. Boynunda sporcu düdüğü, yürüyüşü pekte havalıydı. Sanırsın Kerim Abdül Cabbar. İki düt düt, bu da serbest bırakır mı bizi diye düşünürken, peşinden spor malzemesi dolu bir kamyonette geldi. Kitaplarda dahi görmediğim kadar çok çeşit oyun aletleri, toplar, fileler, formalar, rengarenk topaçlar…Zaar çocuk dostu yüreğini de koymuştu kamyonete. Biz dost olmayı becerememişken, her zamanki yerinde ustaca oturan Zeliş’i aldı sırtına. Balık ağı hiç sensiz olur mu be Zeliş, dedi. Farkında olmadan da bencilliği boyunu aşmış bize, vicdan dersi de vermişti. Sadece Zeliş’i sırtına değil, hepimizi yüreğine taşımıştı. Saklambacı ninnilerle, türkülerle saydırdı bize. Saba makamında sobelere koştuk. Kaleli yakantopla canlarımıza can kattık.
Oyunlarımızın sadece bize zimmetli olmadığını öğretti. Müstahdem Akif ağabeyi bile kaleye geçirdi. Mimik fakiri sandığım, ne de güzel gülermiş. Ben ise bir daha bakmadım bakamadım muhtar kızının ayakkabılarına. Yemin olsun bakamadım.
*
Cennet Kuşu
Yaradana sordu çocuk,
Hiç mi ceza almayacağım?
Hiç! dedi.
Sen, artık bir cennet kuşusun.
Neden o zaman tek ayak üstünde durdum?
Neden kapılar kilitlendi üzerime?
Kendilerini daha mı adaletli sandılar?
Senden de mi ibret almadılar?
Tam gönderdin, onlar eksiltti,
Duymadılar sesimi duyamadılar.
Paşa gönlüm yokmuş meğer,
Tembellik etsem kime ne
Çarşıda ki kontra bisiklet mi ne haddime
Bakma yaralarıma yalancıktan da gülerim
Kutlu olsun artık özgür, hür hislerim
Cezaya mahrumiyet kılıfı giydirdiler
Üzerine soğuk su içtim güzelce.
Uykumda sevdiler beni, şımarırmışım.
Ağlama velet dediler, büyümezmişim.
Büyümeden geldim yanına,
Soruyorum sana Ya Hak!
Merhamet ağlamak mıydı? Yoksa ağlatmak mı?
Merhamet ne ağlamak ne de ağlatmaktı çocuk!
Merhamet seni hiç acıtmamaktı!
***
Seza KAYA CELEP
[Elestirel.net, 20.12.2021]