Yalnızlık Kuşatması | Aydın Uzkan

AYDIN UZKAN

YALNIZLIK KUŞATMASI

Kalabalıkların içinde bile ürperdiğimiz, içimizdeki sesin bile sesinin kesildiğini anlar vardır. Tabloda silik ve solgun bir renk gibi durduğunuzu hissettiğiniz anlar. Bedenen doldurduğunuz alanların ruhen sizi dolduramadığı zamanlar. Sönmüş bir volkan gibi kalakalırız. Rüzgârla kumsaldan uzaklaştırılan bir kum tanesine döneriz. Közde bekleyen demliğin altı gibi kararır içimiz. İşte o an, yüzümüzdeki çocuk tasasızlığı gitmiş ve yalnızlığın kuşatması başlamıştır.

Bireyselleşmenin ve modernizmin, öyle acılaşmış bir sonucudur ki bu yalnızlık, çığ düşmesi gibi, insanı ağırlığının altında ezdikçe ezer. Karlı dağların ayazı gibi yalın ve kurudur. Diller kıt, şiveler yavan ve kelimeler cılız kalır onu anlatmakta. Bir hava boşluğu gibi, yalnızca hissedilir ve yaşanır.

Geçici bir ruh hali de olabilir, çaresizliğin ve hüznün kaynağı da.  Her ne olursa olsun nihayetinde hayatın gerçeklerinden bir tanesidir yalnızlık. Koyu bir derinliği ve sayılamayan kıvrımları vardır. Yaşamın birçok döneminde karşımıza çıkıp cuk diye oturuverir. Derin off’lar çektiren bu hal, bazen bir saat sürer bazen yıllarca. Bazen ev sahibidir bazen kiracı.

Her gün koyun koyuna uyandığımız,  soğuk bir rüzgârdır yalnızlık. Hatta rüzgârdan daha gerçek dokunuşları vardır ruha. Dokunuşu ve sarsıntısı öylesine kuvvetlidir ki, dünyanın en güçlü kişisi bile yenik düşer. Artçılara ve kâğıttan kuleler gibi yıkılmaya gebedir her an.

   Yalnızken gittiğimiz, daha önce geldiğimiz yoldur. Hatırladıklarımız da daha önce unuttuklarımız. Sedasından habersiz akis gibi, kendimizden bile saklarımızı itiraf ettiğimiz hal-i pür melalimizdir.

Yalnızlık kimsesizlik değildir. İnsanın kendinde bile bulunmayışıdır. Bundandır ki, kılıçlar kınında paslanır, insan kendi yalnızlığında. Düşsüz bir uyku ve çocuksuz ana kucağı gibidir. İnsanın kendini yarım yamalak hissetmesine neden olur. Yalnız insanın ne mutluluğu tamdır, ne de hüznü. Yalnızlık ziplenmiş bir duygu halidir. Yaşadığınız süreçte hep vardır ama insan doğasına zıttır.

 Bazen de bir hasta halidir yalnızlık. Sancısı bütün vücuda yayılmış habis bir ur gibidir. Öldürmeyen ama hep süründüren bir hastalık ki, insanı dirhem dirhem azaltır.

Kaotik zamanların çözülmesi gereken bir düğümdür. Bu düğüm insanı öyle bir sarar ki, size milyon nüfuslu bir kentte bir başınıza kaldığınızı düşündürür. Kalabalıkların ortasında sessizliğin sesini duyurur. Öznesiz cümleler kurdurur biri diğerinden daha devrik. Ve yalnızlık bazen de iyi bir öğretmendir. Neler öğretmez ki insana?

 Bu suskunluk çağında, kulaklarda çınlayan bir uğultudur bazen. Saklambaç oynar gibi saklanır ondan insan. Sobeleninceye dek, dilinin ucunda donar kalır kelimeler. Onlarca cümle, tek kelimeye sığdırılır.

   Kimi zaman yalnızlığı insan kendi seçer. Şahlanış öncesi dinlenme ve bilenme diye bilir onu. Bir başlangıç noktası tayin eder. Kendine gelip hayata yeniden sarılmasına vesile olur. Tek çıkış yolunu yalnızlık gibi görür. Yüce dağlar bile yek başına der ve yola koyulur. Ruhuna kondurulmuş kutlu bir öpücük bilir yalnızlığı.

Yalnızlık bazen, hasta kişinin kaçışı olduğu gibi bazen da hasta kişilerden kaçıştır. Kalabalıkların arasında yalnız olacağına, tek başına yalnız kalmayı seçer. Başkalarına kızdığından, onlardan uzaklaşmak istediğinden, korkudan ve bıktığından, belki de sadece huzur bulabilmek için yalnızlığa sarılır. Ne kadar sarılsa da eninde sonunda, yalnızlığın soğuk kolları ferahlık veren rüzgârdan sonra yerini dondurucu soğuklara bırakır.

  Yalnızlık fiziksel bir durum olarak gözükse de hiçte öyle değildir. F.Bacon ‘’kalabalıklar insanı yalnızlıktan kurtarmaz.’’ der.  Çünkü kalabalıkların içinde mahkûm olunan statüde bir tür yalnızlıktır. Paylaşımların selamlaşmadan ileri gitmediği bir kalabalık kimseyi yalnızlıktan kurtaramaz.

 Size ‘’yalnız değilim’’  dedirten, etraftakilerin sizi duyması değil sizi anlamasıdır. Anlaşılmadığınız her yer, yalnızlığın coğrafyasıdır. Albert Einstein’in ‘’tüm dünyada tanınmış bir insan olmak ve kendini bir o kadar yalnız hissetmek çok garip” sözü durumu daha iyi özetler.

   Nihayetinde giderek yalnızlaşıyoruz. Toprak gibi insan da erozyona uğruyor.  İğne atılsa yere düşmeyen tıklım tıklım yalnızlık pazarları her semte kuruluyor artık. Binaların katları ve evlerin oda sayısı artıkça yalnızlıkta artıyor. Tek kişilik yaşamlar, çift kişilik yalnızlıklara dönüşüyor. İnsanlara ölüm de soğuk geliyor yalnızlıkta. Hep kaçmak istiyorlar bunlardan. Oysa her ikisi de yaşam sürecinde insanın başına mutlaka geliyor.

Şu değişmez iki hakikat her çağda ıslak bir imza olarak kalıyor; İlki bu dünyaya yalnız olarak gelen insan yine yalnız olarak ayrılıyor. İkincisi ise yalnızlık kuşatmasının zincirleri, insanın kendisine şah damarından daha yakın olanı bilince kırılıyor!

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu