EleştiriKöşe YazarlarıŞiir DeyinceŞiir Yazıları

Yusuf Alper 1980’li yıllardan bugüne Türk şiirine yardım ediyor | Ali Celep Yazdı…

ALİ CELEP

YUSUF ALPER’İN BAZI ŞİİRLERİ ÜZERİNE- 3

                                                   (Eleştirel Dipnotlar) 

Bütün olarak Yusuf Alper’in şiirlerinde olup bitenler, onun içinde olup bitenlerdir.

Onun içinde olup bitenler, insandan ayrıksı şeyler değil, yaşamın içinde türlü kılıflara/renklere bürünmüş insanın içinde olup bitenlerdir.

Reklam 1

Bu demektir ki şiirleri, yaşamın canlı yüzüyle karşılaşmaktan, onunla kan akımı kurma çabasından doğuyor.

İnsan, doğa ve yaşam bağlamına yerleşen ilişkiler üzerinden gelişen bu şiirin, kişisel varoluşu duygular planında kurcaladığı ise aşikâr görünüyor.

İş duygusal söylemde karşılık bulunca, sözcüklerin sözlere evrildiği yerde karşımıza çıkan şiirsel dil de buna göre form kazanıyor.

Bu durumda onun şiirlerindeki sözcüklerin yaşamın maddi yönlerinden çok ‘mana’ boyutuyla ilgilendiği söylenebilir.

Böylece şiirin kurulumunda rol alan sözcüklerin, tantanasız şekillerde ‘kişileştirildiği’, şairin de doğal ‘benzetmeler’ yoluyla başta kendi şahsı olmak üzere her şeyi her şeyle özdeşleştirdiği bir şiir söyleme formuna ulaşırız.

Dili, saf ve basit haliyle duymaya acıkmış olanlar için beklenen sözdiziminin ne denli formda olup olmadığını okurlara bırakıyorum:

 *

‘Bense günlerdir bulut gibi gökyüzünde

Asılı gibi boşluğa, öylece

Karanlık kuyulardan ses verir gibi’

 *

‘Ölüm mü ‘âsude bir bahar ülkesi’

Yaşamak mı sevmek mi bilmiyorum’

 *

‘Bir gün ansızın nereye, kiminle’

‘Ansızın sonsuza çeker giderim’

 *

‘Gidersem bu dağa bu buluta

Bu çirkine, bu güzele, dünyaya’

 *

‘Gördüm ki sözler çarpıyor duvarlara

Çarpıyor, paramparça yağıyor sonra’

 *

‘Sınadım kendimi durmasız duvarlarda

Uçurumda, çığlıklarda, orada’

1986 ve 1987 yıllarında doğmuş iki şiirinden aldığım kesitlerdeki duygusal yük, Yusuf Alper’in hemen bütün şiirlerinde yaşadığımız gibi dikkat çekici.

O kadar ki bu şiirlerin ardında bir fikrin olup olmadığı kimseyi ilgilendirmez sanırım.

Çünkü bu şiirler önceden belirlenmiş herhangi bir fikirden değil, neredeyse her defasında sarıp sarmalanmış duyguların metne uzandığı dilsel bir zeminden kaynak alıyor.

Şiirin kurulumunda ki rol duygulara düşünce, ortaya çıkan metinle empati de duygusal plana itilmiş oluyor.

Böylece varoluşun psikolojik yapılarına göndermelerin bol olduğu bir atmosfere çekilir gibi oluyoruz.

‘Ölüm’ ‘yaşam’ ‘korku’ ‘uçurum’ ‘yara’ ‘yalnızlık’ ‘çığlık’ vs gibi sözcüklerin yoğun kullanımında açığa çıkan ‘fazla’ duygululuk, bana öyle geliyor ki şairin kendiyle aşırı meşguliyetinden doğuyor.

Belki onun bu tavrı, içinde kurmak istediği ‘duygusal imparatorluk’tan memnuniyet duymasını sağlayabilir.

Böyle bir imparatorluğun sınırlarını büyük oranda kendine mahsus metaforların çizdiği gerçeğinin hep ‘akıl’da tutulması kaydıyla tabii.

 *

‘Şen olmadı Halep şehri, bütün yollar tutuldu

Yedi başlı ejderhalar yollarda

Roma’ysa yedi dağ ardında unutuldu

Bin şiir ki sizinle çıkmaz sokakta’

YUSUF ALPER’İN BAZI ŞİİRLERİ ÜZERİNE- 4

                                                   (Eleştirel Dipnotlar ) 

Ciddi ve hissiz rasyonel yaşamla, olasılığın ‘gerçek’ten daha çekici göründüğü düşsel yaşam arasında, tercihini genelde ikincisinden yana yapan bir şiiri var Yusuf Alper’in.

Şiirin her zaman daha fazlasını istediği modern zamanlarda, düş gücünün zengin ikliminden yararlanmak kimine cazip görünürken, çok kişiye sıkıcı fakat yine de saygı duyulması beklenen bir tutum olarak yansıyabilir.

Dili şiirle en olgun haline getirme ülküsü dikkate alındığında, insan denen varlığın hareketlerinin, özünde ‘tamamlanmamışlık’ hissinden el aldığı gerçeğini de biliyorsak, düş gücü alanında didinen şairin kendini ve yaşamı anlama yolunda varoluşundaki açıkları kapatma hevesiyle yaptığı tercihlere saygı duymak zorundayız.

Mevcut durumdan duyguların ötesine ayakların birden kesildiği, henüz deneyimlenmemiş bir atmosferi tanımlayan ‘hayal’ alanı değil de, bir ayağın içinde bulunduğu mekâna/gerçeğe, diğerinin ise tamamlanmak istenen duygu ve düşüncelere açılmak üzere, gözü açık rüya görme diyebileceğimiz ‘düş’ alanı, Yusuf Alper’in şiir dünyasını şekillendiren en önemli poetik aygıtlardandır.

Bu aygıtın şiir yazma hevesini tetikleyen gizil bir güç olmasının ötesinde, açıktan şairin kişiliğini tanıtan, varoluş bilincini destekleyen, giderek gerçek yaşam içindeki durumunu psikolojik açıdan açıklayan, giderek yaşamın doğru anlamını aramanın aracına dönüşen, farklı duyarlık alanlarını bütünde kucaklayan ilginç bir yapıya dönüştüğü de olur.

Örneğin Yusuf Alper’in ‘Düş’ adlı şiirinden aldığım, bizzat kendini türlü biçimlerde tanıttığı, başka birçok şiirinde de ele alıp işlediği ‘hüzün’ ‘hayat’ ‘ölüm’ ‘çocuk’ ‘deniz’ ‘gece’ gibi genel sözcükler üzerinden konuştuğu aşağıdaki kesitler, onayından geçmiş bir nevi düşsel ‘vision’ olmalıdır:

 *

‘Düşlerine sığınan bir kaçağım ben

Günün hüzünlerinden ağaç altlarına’

Gün boyu hesaplarla hayatın anlamını arayan

Anlamsız uğraş içinde’

 *

‘Düşlerine sığınan bir çocuğum ben. Boşlukta sallanan

Bir sarkaç gibi’

 *

‘Düşler kuran bir çocuğum ben. Günün kötülüklerinden

Karpuz kabuklarına. Kağnılar, oklar…

Ayçiçeği çubuğundan bir saçma

Saçma ki her yanından hayat fışkıran’

 *

‘Düşlerine düşen bir çocuğum ben. Elimde kandil

Gece sularına yelken açan, derin denizlere…’

 *

Gerçek yaşamın yapay, boş dağdağasından, anlamsız kötülüklerinden çocukluğun sakin fakat içi anlam yüklü imparatorluğuna çekilme arzusu, hayatın anlamını bulma iştahına eşitlenmiş gibi görünse de, şairin, şimdi var olmayan şeylere kaçıştan çok, önceden var olan şeylerin (çocukluğu kuran gerçeklerin), varoluşun manasını kavramada bugün de geçerli olabileceğine ilişkin öne sürdüğü plan, bana öyle geliyor ki sadece kendisi için değil modern zamanların bunalttığı kalabalıklar için de iyi niyetli (‘bona fide’) bir girişimdir.

‘Düş’ün 1995 görünümlü olduğuna bakılırsa, şairin mutluluktan eser görülmeyen hallerinin halen devam ettiği, şiirini, gerçeği hüzünle söyleyen bir yalan olarak kurduğu, başkalarının ölümleri üzerinden kendi yaşamını eğildiği ve yakıcı, empatik ilişkiler geliştirdiği ve yine önceki şiirlerinde görüldüğü gibi, kalabalıkta artan bireyselcilikten duyduğu rahatsızlıklara tepkisini bir şekilde fakat genelde duygu yoğun tonlarda ifade ettiği söylenebilir.

Düz yazı formunda yazdığı ‘Düş’ adlı şiiri üzerinden aklımı kurcalayan iki soruyla bitireyim.        

Kendini düşler kuran bir kaçak, düşlerine sığınan, düşlerine düşen bir çocuk olarak şiirine sokan Yusuf Alper, bütün olup bitenlerin dışında, düş gücünü, Terry Eaglaton gibi, hayatta kalmanın olmazsa olmazı olarak mı görüyor?

Yoksa’ bu soylu yetenekten (düş gücünden) daha alelade bir şey olmadığını mı düşünüyor?’

YUSUF ALPER’İN BAZI ŞİİRLERİ ÜZERİNE- 5

                                                   (Eleştirel Dipnotlar) 

Genel Bakış.

Yusuf Alper’in, 1980’li yıllardan bugüne kadar yazdıklarından seçilmiş (kendi seçtiği) yaklaşık kırk şiiri okudum.

Form ve muhtevaya ilişkin vardığım genel sonuçları paylaşarak bitireyim:

1.Türkçe serbest nazmın içinde olabilecek esnekliklerin neredeyse her türlüsünü deneyen bir şair Yusuf Alper. Böyle olmakla birlikte, okumayı hızlandırma isteğinden veya kullandığı sözcüklerin dokusundan olsa gerek, dünkü şiirin ses yapılarından, ölçü düzeninden faydalanmayı da önemsemiştir. Dahası, neredeyse heceye gidecek gibi olduğu şiirlerin kurucu dörtlüklerinde kendini düpedüz geleneksel uyak düzenine kaptırdığı da olmuştur. Ben bu düzende yazdığı şiirlerini, sözel yaratıcılıklarıyla daha dikkat çekici buldum. Hem şairin araçsal anlamda gelenekle doğru ilişkisini göstermesi hem formun maddi boyutunu muhtevanın yoğun duygusuyla bütünleştirmede gösterdiği çaba bakımından örnek olduğu için ‘Arada’ adlı şiirini olduğu gibi alıyorum:

 *

‘Doğum çığlığıyla, ölüm arasında

Upuzun bir yol sonsuza gider

Yalpalayışla, çarpılışla, acıyla

Karanlığın kalbine kalbine gider

 *

Unutuş ey unutuş beni doğuran anne

Şimdi burdayım işte, karanfilin koynunda

Zaman ırmağından çok sular geçti

Denize nasıl gider, nasıl varırsam öyle…

 *

‘Kahkahayla bastırılan bir ölüm sessizliği

Hayatınız iki kere iki ediyor gibi

Oysa sonsuz katsayı, sonsuz kederle…

Örtüyor ölümün baskın sesi neşeyi’

 *                                    

Bu labirent, bu kuyu, saklı oluş tuzağı

Buraya nasıl geldim, nereden çıkacağım?

Yüreğimi kaptırıp yok olmak var ucunda

Bastırıyor bu acı beni derin sulara

 *                            

Beni serin sulara sürükle ey zamanın

Düşman yel değirmeni beni serin sulara

Dağlar ovalar boyu pamuktan uykularla

Varayım okyanusun okşayan kollarına

2.Okuduklarına açık bir şair Yusuf Alper. Belli ki ‘Üçler’den ve İkinci Yeniler’den müktesebatına etkiler almaktan çekinmemiş. Dil bir şekilde nerede hangi biçim ve yollardan bağlantılar kurarak ilerlemişse oraya uğramayı önemsemiş anlaşılan. Bence iyi yapmış türlü etkilere şiirini açmakla. Etkileri de gizleyip sakınmamış üstelik. Etki almak çünkü şiirde düşsel mantığın sınırlarını genişletme olanağı sağlamakla kalmaz, şairi yeni çağrışım alanlarına kışkırtır kanımca. Yeni çağrışımlarla işleyen düşsel mantık hızlı değişinler de getirir şiirde. Yusuf Alper belki ele aldığı temler itibariyle değil fakat temleri işleyiş tarzıyla, aldığı etkileri şiiri yararına eritmiş görünüyor. Bunu yaparken izlediği yolu, anlamı içinde gizli bırakan imajlar üzerinden yürümüyor, aksine kendi iç dünyası ve hayatın gerçekleriyle uyumlu doğrudan söyleyişler üzerinden yürüyor. Bu yolda düpedüz düz yazı formuyla şiir kurmaktan bile çekinmiyor. Şu var ki böyle giderken aldığı risklerin farkında olmalı ki, önden fikrin bir anlık imajla duygusal görüntülere dönüştürülmesinden doğan sulara çok az dalışlar yapıyor. Aşağıdaki kesitlerde olduğu gibi:    

 *

‘Ayrıntıda boğulmak bu olmalı diyorum kendime

Son hızla giderken otobanda yol kıyısındaki papatyayı görmek

Sonra bir şiirdeki karanfil geliyor aklıma

Hani o elden ele dolaşan karanfiller

Sonra şiir sonra poetika etik’a etik

Derken sonsuz bir boşlukta düğümleniş geliyor aklıma’

 *                                        

‘Entropi mi diyorlar entalpi mi kimyacılar bilsin

Ya da doğa bilimciler diyelim hepsi birlikte bilsin

Bana ne entropiden ben ciğerime çektiğim havaya bakarım

Bir gün çekemeyeceğim havaya, suya

-Şeytan mı ayrıntıda gizliydi yoksa-’

 *

3.Mutsuz bir şair Yusuf Alper. Hüzün onun şiirinde akan ana damar gibi görünüyor. Bir de yalnızlığı var hiç bitmeyen. Üç sığınağı var görünüyor: Anne, çocuk ve doğa. Yaşamın garipliği de çökmüş üstüne ek olarak. Bütün bunlar onda hayat ve ölüm üzerinden varlık-yokluk soruşturması başlatıyor. ‘Durmasız’ sözcüğünü o kadar sık kullanıyor ki sanırım onda şiirsel gerilimi esasta başlatan bu sözcük sanki. Belki de şiir yazmasını belirleyen bu sözcük, şiirindeki süresiz değişimin öncüsü gibi. Kendiyle o denli didişmesine sebep olan bu sözcük, duyumsal varoluşunu da tetikliyor. Böylece şiirinin temleri, onun aynı zamanda dünya görüşünün temellerini atmış oluyor. Doğayı da unutmadan söylemek gerekirse onun dünya görüşü bu sözcükler yedeğinde şekil alıyor. Onun dünya görüşünün duygusallığı ve kişiselliği ise su götürmez bir gerçek. Deyivereyim ki sözdizimsel/retoriksel planda sürekli konuşan daima birinci tekil şahıstır. Giderek kendine bile kişisel bir şair Yusuf Alper. Şu var ki bu kişiselliğin/duygusallığın çekilebilmesi bazen zorlaşıyor. Çünkü kişisellik, bilhassa yaşantı darlığı söz konusuysa, şiir boyunca soy gerilim ürettiği ölçüde meşruiyet kazanır. Bana kalırsa bu risk salt kişileştirme ve benzetme tekniği üzerinden aşılamaz. Öte yandan Yusuf Alper’in şiirleri aşırı yüklem kullanımıyla da dikkat çekici görünüyor. Böyle olunca öyküleme/tahkiye de onun şiirlerinin başat özelliği halini alıyor. Uzayıp giden kıvrımlı cümleler, dili geçmiş zamanın içinde, küçük yaşantıları büyük temlerle kurarken, birbiri üstüne devrilen dizelere dönüşüyor. Tahkiye tekniğinin şiirde en etkin göründüğü yerler ise dünkü ses organizasyonunun başarıyla uygulandığı kısımlardır. Aşağıya aldığım pasajlar bütün bu tespitlerimi örneklemek için:

 *

‘Yokluğun beni bu günlere getirdi

Varlığın beni nereye götürürdü?’

 *

‘Boz bulanık gözleri gökyüzünün

Yeşil gözyaşları dut ağacının

İncirin sancısı, elmanın alı

Kapkaranlık yüreği yeryüzünün

 *

Sonsuz ufka koşan bir taydı zaman

Yaban geyiğiydi ipte sallanan

Kurbanın boğazına dayanmış kör bıçaktı

Altımı oyan ırmaktı zaman’ (Çıkarın,97)

 *

‘Durgun bir suydun hüzünle akan

Dipten, derinden, ince

Fırtınaların vardı, kimse görmedi

Güzel annem o mutlu çocuk nerde’ (‘Umarsız Penelope’)

 *

4.Kendiyle fazla meşgul olan Yusuf Alper, nadiren çevreye eğildiği durumlarda da kendi kendisinin etkisinden çıkmaya niyetli görünmüyor.

Kendi kendisinin etkisinde kalmayı, kendi kuyusundan çıkmama anlamında değerlendiriyorum.

Kuyu sözcüğünün geçtiği şiirlere bakılırsa bunu iki yönde tefsir etmek doğruca olur.

İlki dışsal yani dünya kuyusuna düşmek, diğeri içsel yani kendi içindeki kuyudan çıkmamak.

İki anlamda da şairin kişiliğine ve bunun doğal uzantısı olarak şiirine dair kesin çıkarımlara ulaşabiliyoruz: Kişisellik

Gerek dinsel anlatılardan bildiğimiz İbrahim’in, oğlu İsmail’le yaşadığı tecrübeye ilişkin ortaya koyduğu bakış açısı gerekse Yusuf kıssasına yaklaşımı, özdeşleştirme tekniği üzerinden kişiselleşmeye çarpıcı bir örnek sayılabilir.

Diyeceğim kıssayı kendi ruh durumunu tanıtmak, giderek yaşam içindeki konumunu açıklamak üzere şiirinde değerlendirme yolunu seçiyor.

Bu yolda daha önce karşılaştığı şairleri (örneğin Turgut Uyarı, ‘bunu bana öğretmediniz ey ulu hocalar’ diyen Sezai Karakoç’u) yaşantısına ortak ediyor.

Görülüyor ki şair her fırsatta el attığı her şeyi kendine devrederek kişisel varoluşunu tanıtmaya çalışıyor.

Deneyimin özelleştirilmesi çünkü onun şiirinin vazgeçilmez vasfıdır.

İşte bu tespitlerimi doğrulayıcı birkaç pasaj:

 *

‘Mağara ayarlarına döndüm çok şükür’

 *

‘Ben ki dipsiz bir kuyudan çıkmadayım

Sonsuz çölde atılmıştım ya

Kardeşlerim kanlı gömleğimi göstermişti babama

Kurtlar yemişti beni kervanlar geçip gitmişti

 *

Yine kuyudayım yine çıkmadayım

Çık çık bitmiyor habire aşağıdayım

Omurgam kırık boyum iki seksen

Ben nerede büyüdüm nasıl yaralıyım’

 *

‘Ellerinden alnından öperim hayat

Bana her seferinde yerimi öğrettin

Kuyumu gösterdin boyumu uzattın

Bana ‘her şeyi öğrettin’ öperim

 *

Ama yanağımdan akanı durdurmayı öğretmedin

Turgut Uyar da öğretmedi teşekkür etmemeyi

Oysa ne çok isterdim teşekkür etmemeyi

Gözlerimden akanı durdurabilseydim

 *

Anladım, hayat nasıl başlarsan öyle’

 *

‘Kalubeladan beri haz’rolda duraydım

“Ervahı ezel”de bir silgi bulaydım

Sileydim yorulaydın sileydin yorulaydım

Bir derin kuyuda sonsuza uyuyaydım’

 *

5.Yusuf Alper 1980’li yıllardan bugüne Türk şiirine yardım ediyor. Türk şiirinden de kişiliğine önemli duyarlıklar taşıyor. Şiiriyle bir kişiliğe de varmış görünüyor. Şiiriyle resmettiği deneyimlerin değerini elbette her okur bir başına kendi karar verecektir. Ben her zaman olduğu gibi deneyimin kendisiyle ilgilenmeyi yeğledim. Sonuçta bizim şiire yaklaştığımız bağlamla, şiirin bize sunduğu gerçek bağlam örtüşmeyebilir. Bir bağlamdan ötekine taşınmak da okurun zevkine kalsın.

Reklam 2 Makale

Ali Celep

Şair-Eleştirmen

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Reklam 3 Yorum
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyicinizi Lütfen Kapatın!

Sitemizi Reklamlarla Fİnanse Ediyoruz Lütfen Reklam Engelleyiciyi Kapatın Anlayışınız İçin Teşekkür Ederiz.