EleştiriGenel Yayın Yönetmeni'ndenHavan TopuHayatın İçindenKöşe YazarlarıManifestoPolemiklerTaramalı Tüfenk

Edebiyatımız ‘hasta’ mı sahiden? Milletimiz ‘hasta’ mı?

Mustafa Nurullah Celep

Edebiyatımız ‘hasta’ mı sahiden? Milletimiz ‘hasta’ mı?

“Tevfik Fikret, 1895’ti sanırım, edebiyatımıza dair konuştuğu bir yazısında “Bizim edebiyatımız hasta” diyordu. Hastalık sadece edebiyatta kalsaydı keşke. Biz hasta bir milletiz. Memleketimiz, yaşlı ergenler memleketi.. bitmeyen çocukluk.. yazgımız.”

[Cüneyt Issı.]

Yukarıdaki paragraf, akademisyen bir yazara ait. Fikret vesilesiyle edebiyatımızı “hasta” olarak tanımlıyor. Yine Fikret aracılığıyla milletimizi “hasta” görüyor. Issı’ya göre memleketimiz “yaşlı ergenler” memleketi. Ben hiç öyle selam vermeden yukarıdaki genel yargılara itiraz ettim, olumsuz yorum yaptım ve “saygısız” olarak görüldüm.

Fikret‘i vesile kılarak edebiyatımızın “hasta” olarak tanımlanmasına eleştirilerim var. Sezai Karakoç‘un “Gün Doğmadan” adlı toplu şiirlerini nereye koyacağız o zaman. Issı’nın toptan bir genel hükümle edebiyatımızı “hasta” olarak görmesi, sakat bir yaklaşım. Genel bir hüküm. İstisnai örnekler, bu hükmü geçersiz kılar.

Issı’nın içinde yaşadığı, soluk alıp verdiği memleketimizi “yaşlı ergenler” olarak görmesi, ne kadar sağlıklıdır? Bu, kendisinin olgun, orta yaşlı, kemale ermiş bir insan olduğunu mu gösterir?

Issı’nın bir eğitimci olarak memleket insanını “anlama çabası” içinde olması, daha doğru olmaz mı?

Issı’nın, memleket edebiyatı ve insanı hakkında hüküm verirken “çıkış yolu” önermesi, daha doğru olmaz mı?

Bir eğitimci-akademisyenin memleket edebiyatı ve insanından bu denli uzak olması karşısında kısa bir süre düşündüm. Bu uzak duruş, genel olarak Türkiye’deki okumuş yazmış kesimde daha belirgin halde bir hastalık olarak bazen nüksediyor. Issı da nükseden bu hastalığı kısa bir notla belirgin hale getirmiş oluyor.

Biz memleket aydınından toplumsal, kültürel, edebi, psikolojik yaralarımıza merhem olmasını bekleriz. Çıkışsızlıktan bir çıkış üretmesini bekleriz. Issı’nın bu konuda, bu kısa notta en önemli hatası, özelden genele gitmeden, tikelden tümele uğramadan en direkt hüküm vermesidir.

Issı’nın, bir akademisyen yazar olan Issı’nın yukarıdaki yaklaşımında bir “kültürel kibir” gördüm. İtirazım ve saygısızlığım bundan sebeptir.

Saygıda kusur etmeye devam edelim:

Hadi biraz modernist eleştirmen olarak da yaklaşalım: Issı’nın memleket edebiyatına ve insanına bir “doktor” olarak değil de bir estet olarak yaklaşması, doğru bir yaklaşım olmaz mı?

Reklam 1

Bana göre “etiketlemek” bir okumuş yazmış hastalığıdır. Bir kültürel kibirdir. Tepeden, yukarıdan bakışın bir yansımasıdır. Sadece genel halk kitlelerinde “etiketlemek” vuku bulmuyor, daha vahimi yeni yetişen gençlere örnek olması gereken bu eğitimciler de bu hastalığa duçar olabiliyor…

Cüneyt Issı’yı vesile kılarak biz de akademisyenler hakkındaki genel yargılarımızı -istisnalar müstesna- sıralayalım o zaman:

-Genel olarak akademisyenlerin çok amiyane bir tabirle “kafadan sakat” olduğunu görüyorum. Dağ başında imza günü düzenleyeninden “ben tanrıyım-enel hak” diyenine, sanki savaşa gider gibi elinde kılıç, faşist bir ruh hali ve ülkücü bir bilinçle tweet atanından gevşek gevşek geviş getirir gibi sosyal medyada yorum yapanına, ironik bir yavşaklıkla Facebook’ta yorum yapanına kadar, bizlerin gözümüzde fazlasıyla büyüttüğümüz ve bizlere sözleriyle tavırlarıyla örnek teşkil etmesini bekler olduğumuz bu kesimin her şeyden evvel “tedaviye muhtaç” olduğunu görüyorum.

-Akademisyenler, aynı zamanda yardıma ihtiyacı olan insanlardır. Onlara yardım etmek gerekir. Ellerinden tutmak ve onlara içinde yaşadıkları halkı tanımaları yönünde ön ayak olmak lazımdır. Sanırım birçoğu Eyfel Kulesi’nde yaşıyor ve mensubu olduğu milleti tanımıyor. Amfilerden, dersliklerden ahkâm kesmenin memleket edebiyatı ve insanını tanımaya yeterli olmayacağını bu kesime birileri söylemelidir.

-İlk maddede de belirttiğim gibi akademisyenlerin ruh yapılarının, kafalarındaki vidaların bazen gevşeyip sarsıldığını görüyorum. Yardımcı olmak gerekir.

-Akademisyenler, bir üst mertebedeki hocaları tarafından kafaları, zihniyet dünyaları kuma gömdürülmüş varlıklardır. Ufuklarını açmak lazımdır. Pencerelerini, bakış açılarını genişletmek gerektir. Bu açıdan da onlara yardımcı olunabilir. Çünkü Tanpınar’dan ötesini göremeyecek kadar “ufku dar” insanlardır. Gözeneklerinin açılması gerektir.    

Buradan şu çıkarsamada bulunmak pekâlâ mümkündür:

Demek ki resmî bir diploma sahibi olmak veya titr sahibi olmak, bir insanı saygın kılmıyor.

Buradan şu sonuca da varmak gerekir:

“Bilgi”, insanı “insan” kılmıyor.

Kültürel birikim ve eser sahibi olmak, “çok bilen” insanı “daha iyi insan” haline getirmiyor.

Engin fikirlere, derya dil bir bilgi dağarcığına, zengin ve ufku geniş bir bilgi birikimine sahip olmak, insanoğlunu olgunlaştırmıyor.

Bilgilenme süreci, insanı ihya etmemiş demek ki. Bilgi ile yeniden ve zihnen/ahlaken diriliş mümkün kılınmamış.

Akademi dünyası, günümüz edebiyat ortamına muhtaçtır. Yani akademisyenlerin araştırma nesnesi, günümüz edebiyatındaki yürürlükte olan eserlerdir. Öyle midir?

Bu konuda bilindik bilgileri tekrar etmeye gerek yok sanırım. Akademi dünyası, günümüz edebiyatına uzaktır, Tanpınar’dan, Mehmet Kaplan’dan bugüne gelinememiştir, vb. yargıları hepimiz biliyoruz.

Bizim yukardaki paragrafa itiraz noktamız, yani saygısızlığımız gösterilen kültürel kibre karşı “eleştirel bir kibir” oluyor. Bırakalım da akademisyen zevat, bunu saygıda kusur olarak görsün…

Göstermelik ikiyüzlü nezakete karşıyız.

Saygıda kusur etmeye devam edeceğiz…

[23 Mayıs 2023, Salı]

Reklam 2 Makale

Mustafa Nurullah Celep

haberedebiyat.com Genel Yayın Yönetmeni & Edebiyat Eleştirmeni-Kitap Editörü

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Reklam 3 Yorum
Başa dön tuşu