Hikâye Atlası

Seza Kaya Celep’ten Üç Hikâye | Hikâye Atlası

SEZA KAYA CELEP’TEN 3 HİKÂYE

 *

Derya Kuzusu

Bulutları hatırladı Samiha,

Babasıyla topladığı kantaronları,

Reklam 1

Az ötedeki tren garını, kravatlı simitçiyi,

İkinci elden aldığı kitapları,

Sayfaları çevirdi tek tek hatırında,

Sandala binen çocukları aradı satırlarda.

Vapurun sesi çok uzakta,

Dalgaları duydu boy boy,

Su pek de soğuktu, yine de güzel,

Titremeye değer.

El yordamıyla taşları topladı sahilden,

Görebilseydi şahane olurdu boyamak,

Görebilseydi sarıyı, kırmızıyı,

Sonra çıkardı rugan pabuçlarını,

Hissetmek istedi kumları.

Yosunları kokladı, güneşi kucakladı.

Tak tak kapı çaldı.

Hiç de hoşuna gitmedi uyanmak,

Daha balık tutacaktı!

 *

Uyku Oyuncağı

Se se selam! Deneme bir iki! Ö öm Ömer! Olmuyor işte olmuyor! Kekeme olmayı beceremiyorum. En azından güldürürüm onu. Ömer’i diyorum güldürürüm.

Kekeş Ömer diyor arkadaşları ona. Kekeş kekeş, susmak sana beleş. Taa evden duyuyorum bu sesleri. Belki dedim, belki ben de kekeme olursam…

Ben onun en yakın arkadaşıyım. Sarılır, uyur geceler boyu bana. Kundaktan beri tutar elimi. Tutacak başka bir el mi var sanki? Varlığın içindeki yokluktum ben. Yokluğun içinde varlık oldum Ömer’e. Bazen çantasına saklar beni, hiç bilmediğimiz sokaklara dalardık. Keşke derdi annem de gelebilse, kaldırımın kenarına oturup, uydurmaca hikâyeler anlatabilseydik, okul saatini kaçırır bir de ona gülerdik. Hiç çekilmiyormuş okul yolu, hiç. Annesinin bitmek bilmeyen işlerinden zihnini kaçırır gibi, gözlerini de kaçırırdı benden. Büyük ağabey olmuş, çok güveniyormuş Nesrin teyze ona. Güven, sözüm ona güven… Daha doğmadan bırakmaya hazırdır çocuk, kendini annesine. Koşulsuz, dilek-şart kiplerinin olmadığı bir sevgiye. Çiçek olursa onu parka götürecekmiş. Çiçek gibi oturursa kanepede. Defterleri de gülen yüz doluydu   zaten. Her sustuğunda hak ettiği gülen yüzlerle. Halbuki Fahr-i Âlem’in ümmetiydik biz. Hayır demeyi sevmeyen bir peygamberin ümmeti. Ömer hiç karıştırabildi mi çekmeceleri, kepçeleri tencereye dan dan dan vurabildi mi? Su dolu vazoyu döktüğünde birlikte mi temizlediler usul usul? Beceriksiz ve sakar olabilir miydi Ömer? Fıtratına da kodlanmamışken halbuki.

Çok hızlı konuşurdu annesi. Bir odadan diğerine kısa mesafe maraton da koşardı. En güzel çorbaları o yapardı. Odanın nemi, sıcaklığı tam yerinde. Hiçbir toz bulunmaz, hiçbir kimyasal değmemiştir Ömer’ in üstüne. Daha ilk doğum gününde ekran zorbası denilen tableti bile verdiler eline. Ne zeki çocuktu bu Ömer. Zekâ seviyesi bu cihazları kullanabilme, yayın akışlarını ezbere bilmesiyle orantılı değil miydi günümüzde? Aman da ne akıllı ne beyefendiydi Ömer. Misafirlikte annesinin eteğine saklanmış, sus pus salon beyefendisi. Duymuyor, çocuğun seni duyamıyor, var olamıyor seninle. Eş duyumda kalamıyor, hey gidi güzel anne! Seni de mi zarara uğrattılar? Yazgını tekrardan yazdırmaya bu kadar mı bilendin? Fedakârlıklarını saydığında yol olur buradan Hatay’a. Minnet duydurarak, her gün çektiğin of’larla onu, büyük en büyük okulların birincisi yapabilirsin. Yaparsın da sana güvenle bağlanan değil, bağımlı bir Ömer var edersin, neye kıymet? Kalkanların var senin. Kazara oyun oynamak istese seninle, canını sevdiğim, panter oluverirsin, düşman değil, oyuncak kamyonetlere. Oynarız gönlümüzce, emanettir bana, sen onarana kadar kendini. Ahengi yakalayan hiçbir yuvada gördün mü zahmetsiz rahmeti?

Üzülmeyesin, kendini affetmek ile başla! Yavaşla! Onun şifası sende, seninki de onda! Hokus pokus yok! Tanıklık et çocukluğuna, her girdiğinde ân’ın içine! Dertlenmeyesin, iyi kötü anne yoktur yeryüzünde, farkındalığı olan ya da olmayan vardır. Elbet, bu hikâyenin sonu senin elinde!

 *

Öz 

Şak şak şak! Fotoğrafları çekilirken, boynundaki mor kravatı kadar cüretkâr değildi gülümsemesi. Atomu bulmamıştı, dünyayı kurtaran adam hiç değildi. Belki de varım demenin tarifiydi sadece.

Simit, ayran bahanesiyle gittim yanına. Teşekkür ettim. Geçen günkü gevrek simitler için. Kolonya… Mis gibi Yalova kolonyası ikram etti. Çocukluğumu, annemin ellerini duydum buram buram. Kıvrandığımı anlamış olmalı ki, ismini söyledi ilk. Fitaç Ali, ben Fitaç Ali. Bulgar göçmeniymiş. Mübadele zamanını, tel örgülerin altından kaçtıklarını, dikenlerin kollarını nasıl yırttığını hatırladı. Üzülme dedi, acımıyor artık! Dedelerini Kanlı Dere’de şehit vermiş. Bir tabure çekti komşu limonatacıdan. Sohbetin cazibesiyle oturuverdim. Üçe kadar okuyuvermiş. Ardından gururla İstiklâl Marşı’nın on kıtasını ezbere bildiğini söyledi. Nefesimi tuttum, dinliyorum Fitaç Ali’yi. Ha’sı gitmiş fız’ı kalmış hafızlığını da anlatırken mahçup oldu. Tamam edecekmiş, yeminle dedi, öptü simidi. Çocuklarını bir bir okutmuş. Doktor oğlu aşağı sağlık ocağındaymış. Haddime miydi? Soramazdım hâlâ neden çalıştığını, simit sattığını. Bu nimete vefa borcu vardı elbet, vuslata erene değin buradaydı. Göbek bağını kesmeye niyeti yoktu mazisinden.  

Söz kravata gelemeden vapur geldi. İyi ki de geldi. Maharet yularda değilmiş meğer, maharet Fitaç Ali’deymiş vesselâm…

 *

DEĞİNCE DOKUNUNCA

Mustafa Nurullah Celep

Seza Kaya Celep’in önceki ay yayımlanan 4 hikâyesiyle birlikte toplam 7 hikâyelik bir yazarlık başlangıcı var. (*)

Yeni yeni yazmaya başlamış bir isim Celep. Hikâyelerinde çocukluğunun buruk ama içtenlikli insanlarına ve hayatlarına dair anılar ağırlıklı yer tutuyor.

Hikayelerine ille bir tanım getireceksek, “anı-hikâye” diyebiliriz. Göndermeleriyle anı niteliğinde, dil ve anlatı/m olarak hikâyeye daha yakın.

Ancak hikâye sanatının belli başlı temel unsurlarını bünyesinde taşımıyor bu metinler. Bir hikâyenin kendi içinde taşıması gereken “olay-kişi-zaman-mekân-kurgu” ögelerine tanıklık etmiyoruz. Bu ise zamanla, hikâyelerini genişlettikçe, üzerinde titizlikle dil ve söyleyiş/anlatım işçiliği sergiledikçe ulaşılabilecek özelliklerdir.

Bu konuda Celep’in yeteri oranda bir “yazma-yazı-yazarlık” inancına sahip olduğunu düşünüyorum.

Celep eğer gayret ederse, çocukluğun nostaljik güzelliklerine yönelik içtenlikli hikâyeler yazan/anlatan bir yazar kazanabiliriz.

Dil işçiliği demişken, söyleyişte/anlatımda yeni ifade imkânlarına ulaşmak adına, Modern Öykücüleri okumasını ısrarla öneriyorum. Mesela 1950 Kuşağı’nın yenilikçi yazarlarını mutlaka okumalı Celep.

Mesela Nezihe Meriç, Ferit Edgü, Vüs’at O. Bener, Orhan Duru, Leyla Erbil, Demir Özlü, Adnan Özyalçıner gibi öykücülüğümüzde yenilikçi deneysel metinleri kaleme alan yazarları da okumalı Celep. (**)

Aynı cihette Sait Faik, Sabahattin Ali, Orhan Kemal gibi öykücülüğümüzün mimarı olan kalemleri de okumalı ki anlatımına yeni açılımlar sunsun, yeni söyleyiş imkânlarını denesin.

Denemekten korkmamalı Celep, deneye yanıla, cesaretle adımlar atarak kalıcı izli davranış değişikliğine sebep olan nitelikli bir hikâyeci olabilir, diye düşünüyorum.

Kalemi elinden hiç düşmesin ve sürekli yazsın Celep; çünkü Celep’in hikâye damarı son derece temiz, yalın, doğal, içten bir akarsu görünümünde.

Kalemi daim, yolu ışıklı, açık ve aydınlık olsun.

(*) https://www.elestirel.net/index.php/2021/12/20/seza-kaya-celepten-dort-hikaye/

(**) http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0003446.pdf

Reklam 2 Makale

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Reklam 3 Yorum
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyicinizi Lütfen Kapatın!

Sitemizi Reklamlarla Fİnanse Ediyoruz Lütfen Reklam Engelleyiciyi Kapatın Anlayışınız İçin Teşekkür Ederiz.