Köşe YazarlarıŞiir Yazıları

Tarık Eşref’in ‘Ölüler Fihristi’ Adlı Şiirinde Anlam Arayışları

Genç yitik şairlerden Abdulkadir Akdemir (Tarık Eşref) üzerine Mustafa Nurullah Celep yazdı...

MUSTAFA NURULLAH CELEP

Tarık Eşref’in ‘Ölüler Fihristi’ Adlı Şiirinde Anlam Arayışları

Tarık Eşref ilk şiir kitabı ‘Taşranın Sazendesi’nden sonra derin bir sessizliğin bordasında yaşadı, sükûtun gramerini çözmek için harf harf kelime kelime dünya içre yaşamına dair ruhunu kurtaracak anlamın peşinden koştu. İştigal ettiği anlam arayışı, bugünlerde ‘yazınsal bir yapıt’ kadar derin bir şiirle sonuçlandı. Şiir geldi ve şairin içrek bir yazgı olarak benimsediği anlam peşindeki şiirsel koşusuna ve performansına yeni bir durak, bir uğrak yeri olarak ekleniverdi. Dirilerin dünyasında gayb olan anlama, ‘Ölüler Fihristi’yle bir işaret bıraktı Eşref. Şair, şiirinin dirim yüklü içeriğiyle gür ve berrak bir hayat alanından, bir hayatiyetten işaretler olarak Ölüler Fihrisiti’ni bırakıverdi yana yakıla ilerleyen yaşamımıza…

Tarık Eşref’in Ölüler Fihristi, bugün itibariyle yazdığı son şiir. Bu şiir, estetik bir bilinçle inşa edilen şiirsel evrenin imalarla, göndermelerle biçimlenen soyut bir dışavurumudur.

Biz bu değinimizde bu soyut ve içrek dünyanın şiirsel algımıza, estetik beğenimize değen unsurlarını, zihniyet dünyamıza ve ruh haritamıza yansıyan niteliklerini belirginleştirmeye çalışacağız.

Reklam 1

İlkin şairin dış dünyaya bakışı, anlam yüklü bir çerçevede biçimleniyor. Şiirde konuşan öznenin dışındaki dünyaya yönelik algısı ve dünyayı kavrama biçimi, derin bir yalnızlık ve kırgınlığın duyumsal içeriğiyle şiirsel kalıplara dökülüyor. Mısraların bir biçime kavuşması bile belli bir kırgınlığın neticesinde gerçekleşiyor. Bu durumda şiirin biçim ve içeriğe müteallik varlık bulmasının dinamosu, ‘duygu ve duygu içre hâllenmeler’ oluyor:

’23 gün oldu dağlara bakıyorum

Gözlerim karşıdaki taşlara karşı boş değil’

Şiirde kendiliğini tasarımlayan bir özneyle karşılaşsak da bu öznenin çoğun varlığını bir ölüyle özdeşleştirmesi, sadece tekil bir hali işaretlemiyor, öznenin bir tabureyi, bir kayayı da ölüyle özdeşleştirdiğine tanıklık ediyoruz. Şiirde konuşan öznenin ölülere benzeme çabasını, ‘dünya içre’ yaşamına dair bir bellilik ve belirginlik getirme azmi biçiminde okumak mümkündür. Ölülerden ve ölülerle birlikte bir farkındalık yaratma yordamı olarak yorumlamak da pekâlâ mümkündür diyorum. Yani şairin burada anlam arayışına bir işaret getirme ve taşıma gayreti içinde olduğunu söyleyebiliriz. Şiirdeki idealizasyonel tutum, bu özdeşleşmeyle birlikte öznenin özüne dair fark ettiklerine de bir fihrist, bir indeks oluşturuyor, şeklinde bir yorum bile getirebiliriz. Ölüler Fihristi, şairin ‘içindekiler’ kısmına dair, ruh evrenine yönelik tuttuğu notlardan oluşuyor. Bu şiire, şairin ‘yaralı hallerine’ sunduğu işaretlerdir, diyebiliriz.

Çiçeğe, menekşeye adını ilk verenden neden nefret eder bir şair?

Sargının altında bir yara almaz da kendi yer alır. Yaralı benliğini açar sargı yerine, neden?

İşte Ölüler Fihristi, şairin Dünya ile yaralanmış bilincinin ‘içindekiler’ kısmından bize haber veriyor. ‘Kesildi iplerimiz’ mısra öbeğini, insanın Varlık’la olan bağının kopuşu biçiminde okumaktan yanayım. İp koptuğu ve Varlık bağı dejenere olduğu zaman insan anlatırken bile ölüden farkı kalmıyor.

Tarık Eşref, Sezai Karakoç’un deyişiyle ‘‘var olmanın dinamitlendiği yerden’’ söz alıyor, benliğin iç katmanlarından, unutuşun soyut uzamından devşirerek oluşturuyor şiir atlasını.

‘Kesildi iplerimiz, çeşitlendik

Ölmeden önce anlatırdı bunu bir adam

En güzel şekliyle

Anlatırken ölüden ne farkı vardı?’

Şairin Varlık’a dair bir susuzluk yaşadığı, ‘ayrılık’la zedelenmiş bir benliği olduğu aşikâr bir durum.

‘Dereler birer serum olmalı yeryüzü için

İnsanlar ayrılmak için doğar’

Bu durumda şairin duygu içre hallerinden, duygu-yoğun durumlardan arınmak için şiir yazdığını çıkarsayabiliriz ki böylece bir fihrist tutmak ve oluşturmak, arınmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Arınmak deyince, ‘sanatta katarsis’ olgusunu anımsamamak elde değil. Şiir burada, duygunun kaçınılmaz olmazsa olmaz bir dışavurumu gerçeğinden hareketle, şairin fıtrat özlemiyle birlikte safiyete dair tutumunun somut bir biçimi oluyor.

Tam voledeyken yaşlanan bir adam, sanırım yutkunan, düğümleri olan, ukdeler barındıran bir kişi olmalı. Buradan hareketle, şiirde konuşan öznenin, kördüğüm olmuş duygularına bir açıklık ve aydınlık getirme tavrına yaslandığını söyleyebiliriz.

Tam da voledeyken yaşlanan bir adam biliyorum’ mısraından sonra ‘Belki ben de bir vole bekliyorum’ diyen şairin bu mısraını benimsemekte zorlanıyorum. Tam voledeyken yaşlanan bir adam olmayı kimse istemez. Ukdeleriyle ve benlik çıkmazlarıyla hemhal olmak bir kenara, voleye çıkmışken topu doksanlara atmayı tercih ederim. Hedefi tam on ikiden vurmaktan bahsediyorum. Hayat, acımasızlığı ve katı gerçekçiliğiyle hedefi tam on ikiden vurabilecek özgüvene ve cesarete sahip özneleri kaldırıyor çünkü. Isırganları değilse de sarmaşıkları daha çok özlemek, hatta giderek öze çekmek, kutuplaşmanın ayyuka çıktığı bir Türkiye sosyolojisinde daha tercihe değer bir durum.

Şiirdeki konuşan özneyi dinleyelim:

‘Sarmaşıkları ve ısırganları özlüyordu

Sarmaşıkları ben de özlüyorum

Sarılgan diyorum üleştirerek, tesadüfen

Belki ben de bir vole bekliyorum.’

Şairin doğadaki varlıklara yönelik idealizasyon çabasında somut bir tavır içinde olduğunu söyleyemeyiz. Varlıktaki şeylerin, canlıların dünyası ve sunduğu anlamlar, kendi duygu çıkmazlarına bir çözüm getirme yönünde kullanılıyor. Eşref’in bir somutlaştırma edimi içinde olmadığını, Somut’un gerçeklik alanından şiir yazmadığını, Varlık’ı ve duygu dünyasını yalın haliyle kavramaktan uzak olduğunu söylemek gerekiyor. Tarık Eşref bir şair olarak duygularına yalın ve sade-ce bakmıyor, karmaşıklaştırıyor, simgeler ardına gizliyor. Eşref’in Ölüler Fihristi’ne derin ve içrek yapısal görünümüyle soyut bir ele alışın, incelikli bir şiir bakışının ürünü gözüyle bakabiliriz. Bu durumda ‘kâğıt toplayan çocuğun içindeki yangın’ ‘sprey’lerle beslenecektir, kâğıt toplayan çocuğun durumu bir toplumsal mesele olarak yansımayacaktır şiire.

Tarık Eşref bu şiiriyle duygunun yoğun ve bereketli atlasından, bir fay hattından sesleniyor okura. Duyguların fay hattında şiirin konuşan öznesinin anlaşılmayı beklediğini söyleyebiliriz, bunun yanında duygularının kırgın boşluğuna doğadan varlıklar taşıyan bir tutum içinde olduğunu söylemek de yanlış olmayacaktır. Bu meyanda orta yerde bir kirpinin içine kapanması, ‘anlaşılmak içindi’ biçiminde yorumlanacaktır, bana göre bir kirpinin içine kapanması bir kenara, kirpinin ok atması daha anlaşılır bir davranış şeklidir. Kirpinin tehlike anında ok atması, daha etkin ve etkileyici bir tavırdır çünkü. Dünyaya tavır almak, dünyanın kötülüğünü püskürtmektir.

Buradan itibaren eleştirel dipnotlar olarak Tarık Eşref’in Ölüler Fihristi’ne dair bir dizi saptayımlarda bulunmak, her hâlükârda şairin ihtiyaç duyduğu çıkarımlar olacaktır.

Maddeler halinde listeleyelim:

  1. Ölüler Fihristi, söyleyiş biçimi olarak somut ve doğrudan bir ifade tarzıyla biçimlenmiyor. Bu sorunu açalım: Tarık Eşref’e bugün itibariyle doğrudan ve seçik konuşmasını öneriyorum. Sözcüklerin simgesel değerleriyle değil de derdini, tasasını, kaygısını, dünyaya dair endişelerini olabildiğince somut ve en direkt bir dil ve söyleyimle ifade etmesi, şiirinin rahat nefes alması, genlerinin, dokusunun genişlemesi, daha ayak basılmadık duyarlık atlaslarına uzanabilmesi-ulaşabilmesi için bir zorunluluktur. Gerçeğin-gerçekliğin yalın bir duyarlıkla aktarılmasına dayalı bu ifade tarzı, aynı zamanda yazdığı ve bundan sonra yazacağı şiire de ‘sarsıcı bir vuruculuk’ niteliği katacaktır.
  • Birinci durumla çok yakından bağlantılı olarak şair Eşref’in duygularına ve dış dünyaya alabildiğine yalın bakmasını öneriyorum. Şairin hayatı şiire dâhildir, der Cemal Süreya. Bu savsözden hareketle şiir de insanın üstüne başına benzemesi gerekir. Konuşur gibi yazmaktan bu kastediliyor kanımca. Şairin şiirde de seçik bir konuşma biçimini benimsemesi muteber olanıdır. Şiirde insanın neyse o olarak konuşmasından bahsediyorum. Kendiliğinden. Doğal. Tok bir ses olarak. Asıl işte bu yalın ve içtenlikli konuşma formu, dünyanın kötülüğünü savmanın ve püskürtmenin, ‘‘ateşe ateşle karşılık vermenin’’ en doğal insani tepkisi oluyor. Buradan hareketle Şair Eşref’e somut konuşmasını öneriyorum.

Bugün birçok genç şairin somut-nesnel bir imgelemle şiirini kurmadığına tanıklık ediyoruz. Varlıkların simgesel değerlerinin arkasına sığınarak dolaylamacı bir dil ve anlatım biçimi benimseniyor. Şiirde şahsi tecrübenin ancak ve ancak en yalın haliyle somut ve nesnel bir imgelemle dışa vurulabileceğini bu şairlere söylemek gerekiyor. Soyut bir duygu aralığından-alacasından örtük bir dil ve anlatımla şiiri inşa etmek, Çağın Ruhunu yansıtmaktan uzaktır. Türkiye’nin temel meselelerini şiirde tartışma hususunda duyarsız kalmaktır. Bireysel ve sınırlı bir boyut ve zeminde devinmektir. Biz de bu ‘‘Değince Dokununca’’ yazılarımızda, şiirin ve edebiyatın gürleşmesi ve mesele taşıyıcı bir güce erişmesi adına, ‘ethos’ ve ‘pathos’ damarı izleyen şairlere bunu öneriyoruz. Alabildiğine somut konuşmalarını, imgelerin, simgesel algının ardına sığınmamalarını salık veriyoruz, böylece her iki damarı izleyen şairlerin aşırı uçlarda gezinen savruk duruşlarına düzenleyici bir bakış getirmek istiyoruz.

Bu arada ve bu esnada hatırlatalım:

Biz Değince Dokununca yazılarımızı ve daha birçok metnimizi bir sorunun, bir zorunun gereği olarak yazdık, yazıyoruz. Şunun altını kalın çizgilerle çizelim öyleyse:

Biz bu eleştirel değini işlerine ‘‘eleştiri yapayım’’ diye birçok dostumuzu kırmak ve kaybetmek için başlamış değiliz. Bunu peşinen Değince Dokununca yazılarımızın 33. dizisinde geç de olsa belirtelim, ifade edelim. Bir bildiğimiz var elbette, inandığımız şiirsel-eleştirel doğrular, düsturlar var.

Türkiye’de şiir ve hikâyenin kendi sınırlı ve dar duygu ve anlatım evreninde devinmesine taraftar değiliz…

Devinen bir edebiyatın Türk edebi ortamında tesis edilmesini talep ediyoruz, devinimiyle Türkiye’yi ve Türk insanını alakadar eden bir tarafının, bir yönünün olmasını istiyoruz.

Türkiye’de yazılan şiirin yazıldığı zamanla ve mekânla kayıtlı olarak bilmek istiyoruz.

Türkiye’de yazılan şiirin bu toprakların temel meseleleriyle ilgili olmasını, meseleci-sorunsal bir edebiyatı talep ediyoruz.

En nihayet şairin kaderiyle Türkiye’nin kaderinin bir ve koşut düşünülmesini savunuyoruz..

Türkiye’de Türkeli topraklarında şiir yazılacaksa eğer, insanımıza ve kaderimize değen, değinen, dokunan yönleriyle tebarüz etmesini istiyoruz.

Buna biz talipsek eğer, kırılan dostlarımızın kırgınlıklarının da Türkiye’nin hayatından doğmasını temenni ederiz.

Kırılan dostlarımız duygularında ve düşüncelerinde bir çıkmaz durumuna düşmüş iseler bunun da hal çaresinin yaşanan hayatı/Türkiye’deki hayatı, yaşayan insanı/Türk insanını temel tavır olarak, eksen alarak çözüme kavuşturabileceklerini ifade ediyoruz…

Bunu biz alelacele ifade edelim ki kifayetsiz muhterisler ihtirasları içinde bir an durup bir nebze de olsa düşünebilsinler…

  • Bu uzun açılmış parantezden sonra, Tarık Eşref’in Ölüler Fihristi adlı duygunun lirizminin simgelerle biçimlenen şiirine dair konuşmaya devam edebiliriz:

Türkiye’de ve Türk şiirinde soyut ve imgeci bir tavırla söz alan şiirlerin dönemi kapandı. 90’ların sonu ve 2000’lerin başı itibariyle imgeci şiire son darbenin vurulmasıyla birlikte daha somut konuşan, yeni gerçekçi bir döneme doğru açıldık. Bugün Türk şiirinin ihtiyacı olan şey, şiirde somut ve doğrudan konuşan güçlü öznelerin cedel yüklü varlığıdır. Şairin korkunç bir özgüvene sahip olarak cesaretle öne atılıp atılgan bir tavırla söz aldığı ve yazdığı etkin şiirlerdir ihtiyacımız olan. Etkin, etken, etkiler bırakan, dinamik içeriği ve işlek yapısıyla Türkiye’yi ve insanımızın durumunu mesele edinen şiirlerdir ihtiyacını hissettiğimiz eserler. ‘Eser’ sözcüğünün iz bırakan, etki eden anlamını unutmayalım. Bu bağlamda Ölüler Fihristi’nin soyut ve dolaylamacı dili ve deyiş biçimiyle bireyin/bireyliğin derin dünyasını dışa vuran içrek bir tavırla yazıldığını söylemek gerekiyor. Bu durumda Tarık Eşref’e şiirinde geçen ‘bir kaşık cıvanın önyargıları kırmasını’ değil de bir avuç cıvanın yaşamsal-vitalist enerjisiyle hayatı değiştirebileceğini salık veririm.

Cemal Süreya, düzyazılarında şairleri ikiye ayırır: Hayatın değiştirilmesinden yana olanlar ile dünyanın değiştirilmesinden yana olanlar… Tarık Eşref, hayatın değiştirilmesini istiyorsa eğer, ‘bir kaşık cıva’daki hayati öze yoğunlaşmalı derim. Yok, eğer dünyanın değiştirilmesini istiyorsa, ‘kıyıyı döven dalganın’ kendini bulmasına odaklanmak yerine, zorunluluk kipine sarılarak sarmalanarak, toplumsal ve dünyasal olanın izini/izleğini sürmeli derim. Düşüncenin yani ki bir fikir kavgasının kendini bulduğu yerden bahsediyorum. Bir düşünce damarının ruhuna yaşattıklarıdır bahsettiğim. Tarık Eşref’e epik bir yönsemeyle birlikte dünyaya ve hayata bir kavganın, bir meydanın ortamından bakan, kitabın ortasından söz alan Diriler Fihristi’nin cedel yüklü atmosferinden seslenmesini salık veriyorum.

Böylece bir fihrist, tüm diriliği ve canlılığıyla dirilerin dünyasından bize ses veren bu şiir, dirilerin fihristi olmaklığıyla dünya üzerindeki var olan adaletsizliğe ve zulme de söz söyleyen güçlü bir konuma evrilecektir. Bu şiir, dirim yüklü ve korkunç nefesiyle bu dünya hayatı için de yeni bir soluklanma yeri olacaktır.

Pablo Neruda’nın ‘boşuna yazılmayacak şiir’ sözü de asli anlamına kavuşmuş olacaktır.

Ece Ayhan’ın deyişiyle mısra mısrada, şiir şiirde kalmayacak…

Şaire selam.

Reklam 2 Makale

Mustafa Nurullah Celep

haberedebiyat.com Genel Yayın Yönetmeni & Edebiyat Eleştirmeni-Kitap Editörü

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Reklam 3 Yorum
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyicinizi Lütfen Kapatın!

Sitemizi Reklamlarla Fİnanse Ediyoruz Lütfen Reklam Engelleyiciyi Kapatın Anlayışınız İçin Teşekkür Ederiz.