EleştiriKöşe YazarlarıŞiir Yazıları

Abdulkadir Akdemir’in Taşranın Sazendesi Adlı İlk Şiir Kitabı Üzerine Yazdı Ali Celep…

Esaslı genç şair Abdulkadir Akdemir üzerine esaslı şair-eleştirmen Ali Celep'ten ciddi bir eleştiri yazı...

ALİ CELEP

ABDULKADİR AKDEMİR’İN ‘TAŞRANIN SAZENDESİ’ ADLI İLK ŞİİR KİTABI ÜZERİNE

‘Taşranın Sazendesi’nde kısa, uzun, bütünce yirmi iki şiir var. Bu şiirler ‘Savaş Provaları’ ve ‘İntihar Şüphesi’ olmak üzere iki başlıkta işlenmiş. Şiirler yekdiğerini eğrisiyle doğrusuyla büyük ölçüde bütünleyen bir yapıyı biçimde ve teknikte tamamlamış görünüyor. Yazımı bazı şiirleri ön plana alarak kurmaya çalışacağım. İfade gücünü sahiplenmediğimiz oranda bazı şiirleri ise geri planda kalacaktır. Diyeceğim şiirin kendine mahsus hayatını kurabilenleriyle düşüncelerimi temellendirmeye çalışacağım.    

1.

‘Kimseden habersiz ölmek istiyorsam bir bildiğim vardır

Reklam 1

Tutmamıştır münzevilik, dervişlik ve bil umum güzellik

Kuklamıza ölüm nedir öğretsin konuşmayı bilmeyen kötürüm cinler

Zarını kırsın en çetrefilli yanından kemikler yani bu kumarın

Rulet bu hani bir sen bir ben ölmesek her gün ölür gibi yapmasak ya da

Ayağımıza geçirdiğimiz kadar bile değerli değil ki dünya’

‘Ne süründüğümüz belli ne başımızı dik tutmayı öğrendik

Bir ömür bekledik geçerken uğrasın diye ölüm

Kestik caddeleri, uzayan yolları bir yerinden ve sesini faili meçhullerin

Giden dönmeyecekse gitmeliydik ki dönmeyi sevmeyen bizler

Yerinde duramayan aciz bir kütlenin üstünde gece gündüz dönerek

Hayır hayır yapamazdık delirmek işten değildi…

Sevemezdik zira kısa metrajlı sıkıcı bir film gibiydi dünya’

Okuduğum dizeleri şairin ‘Kısa Metrajlı Bir Film Gibiydi Dünya’ adlı şiirinden aldım. Abdulkadir Akdemir’in şiirlerinin ‘resmi tema’sı belli: Hemen söyleyelim, yaşadığımız dünyanın bugünkü hali. Bu hal, şairin kendi özeleştirisiyle birlikte ve iç içe ele alınmıştır. Dünyanın bugünkü hali ile şairin içinde bulunduğu hal bir yandan paralellik arz ederken öte yandan yıpratıcı, çatışmacı ve nihayet hayal kırıcı bir çarkın işleyişine çanak tutar. Diyeceğim şiir sezgisini belalı bir kaynaktan besliyor Akdemir. Kendinden, dünyadan, olup bitenden memnun olmayan şairlerin sözcükleri aşağı yukarı bellidir: Yalnızlık, acı, kan, ölüm, intihar, bıçak, gece, yağmur, hüzün, yara vs. Bu sözcüklerin mecaza açık ilişkiler içinde kullanımı doğal olarak şairin pathos kanalını tercih ettiğini gösteriyor. Böylece şairin belli duyguların gölgesinde yaşayan sözcüklerle yazdığı tespitini yapmak doğruca olur. Nitekim kitaptaki hemen bütün şiirlerinde Akdemir, ‘gibi’ ‘kadar’ benzetme sözcükleriyle belli duygu öbeklerine yaslanmak, mecaz yoluyla ilişkilerine derinlik katmak, böylece ifade gücünü sınama yolunu tutmuştur. Sınamanın çıktısına baktığımızda yarı lirik, yarı dramatik belki lirik dramatik kırması şiirler görmüş oluyoruz. Lirik ben, kendine güvensiz bir kişiliktir, kendini ve dünyayı tanıma yolunda duygusal açıklamalar getirir, kendine bile sığınamaz. Genellikle duyguya batırılan sözcüklerle iş görür. Dramatik ben, yetersizlik belasına batmış bir kişiliktir, yine de kendi metafizik pratiğini arama olanağını yoklamaktan vazgeçmez. Düşünmeyi dışarıda bırakmayan sözcüklerle kendi gerçeğini, giderek gerçeğin kendisini abartarak tartışmaya açar. Dramatik ben, tartışan bir kişiliktir, lirik ben ise baştan kendine çekildiği ve dolayısıyla yenilgiyi kabul ettiği için tartışmaz bile. Akdemir, ‘ruh için verilen içsel savaş’tan yanadır, bu yönüyle dramatik kanaldan konuşur ve fakat bu savaşın pratiğini duygusal açıklamalara vardırır ve bu yönüyle lirik cepheden konuşur. Oysa bütün şiirlerinde gördüğüm ve umut verici olan şey, şairin haklı bir argümanı olduğudur. Günahla, yozlaşmayla, dünyanın müptezel gerçekliğiyle çatışma ve yüzleşme, modern teknoloji pratiğinin bugünkü sonuçlarıyla hesaplaşmayı göze alma, sekülerleşmeyi reddetme vs. bütün bunlar aslında Akdemir’in haklı argümanını teslim ettiğimiz dayanak noktalarıdır. Fakat bana kalırsa ‘büyük teslimiyet’ için ‘büyük inkâr’ gerektir. Şu yol bir başlangıç olabilir:

‘Bombalar düşüyor yanı başımıza yani başımız dinle

Pimini çekip bir itin ağzına sokmalı bunu şimdi. Şöyle

Çağdaş bir sarsıntıyla gidiyorum üstüne üstüne

Yanık kokuyorsa ağzım ve aç isem eğer dibine kadar

Örtmek gerekiyorsa üstünü üşüyor ve korkuyorsan

Unutma! Tanrı bizimle’

‘Bizi hangi beyaz eşya saplamadı ki dünyaya savur yine’

‘Yatacak yerim olmayacakmış deniyor halk arasında

Olsun!’

‘Dilimi törpüleyen bu teşhir çağında’

‘Dinimi törpüleyen bu teşhir çağında’

‘Kırık öksürüyordum

Şakaklarımda dünyanın derdi’

‘Oysa ne tarafa dönsek arkamızda kalıyordu dünya’

‘Biz ne tarafa dönsek arkamızda kalıyor dünyanın leşi’

‘Gayri nizami adımlarla sarsalım dünyayı

Harbi haber veriyorum şimdi’

‘Sen yeter ki farkına var, üç günlük dünya’

Bütün bu dizeleri hem biçimin hiç de yabana atılmaması gereken varlığını koruduğu ve içeriğin de anlamsal atılganlığını tazelediği, içinde yaşadığımız günlük gerçekle, şairin gerçeğinin örtüştüğü faz olarak anlamak istiyorum. Yani sözcük ve gerçeğin buluştuğu menfez olarak. Akdemir’in şiirindeki atardamarın bu buluşmadan, öğretici bir direniş çıkarabilecek yeteneği olduğuna inanıyorum.

2.

Bana kalırsa şiir yazarken duyguların afyonlu etkisinden sıyrılmanın yolu, biçime ilişkin bir takım kontrol mekanizmalarına sarılmaktan geçmez. Zira böyle bir mekanizmanın işletilmesi sözcüklerin, dizelerin ve giderek şiirin enerjisinin azalması sonucunu verir. Mesela şiirde başvurulan her tür süsleme için de benzer mantık geçerlidir. Şair, söylemek istediğinden daha çok şeyler söyleme ya da ima etme derdindeyse duygularını abartarak dolaylandırma (detaylandırma değil) yoluna gider, dolaylandırma ise onu biçimde kalabalıklaştırmaya götürür. Şair kendi deneyimine olağanüstü bir hava vermek istiyor olabilir. Olabilir ama en azından bugün için böyle olmaz. Geçen yüz yılda yaşamıyoruz. Bugün hala inatla kendi duygularının afyonlu etkisinde yazmaya girişenleri kitabi olmakla suçluyorum. Onları kitabi ön kabullerle hareket ederek kendince kurdukları olağanüstü havalar yaratma derdini bırakıp, güncel yaşamın sıradan ama sağlam diliyle sadece söylemek istedikleriyle sınırlı bir deneyime çağırıyorum. Bu, kitabilik yüzünden sırtını döndükleri halkın dünyasına açılmak anlamına gelir. Şiir, direncini halkın bünyesinden alsa gerektir. Şairi de bu direnç ayakta tutsa gerektir. Lafı Abdulkadir Akdemir’in şiirlerine getiriyorum. Akdemir’in şiirlerinde yukarıda sözünü ettiklerimle birlikte iki türlü eğilim görüyorum. O, sadece kendi olduğu ve söylemek istediklerini düzensiz bir salınıma bıraktığı yerlerde, yani konuşma gerekçesini doğal akışına bırakması anlamında gerçekçi oluyor. Şeyleri gerçek hayattan kopartıp duygusal devinime kurban ettiği yerlerde ise metaforik konuşmaya evrildiğini görüyorum. Şiirlerinde o kadar çok ‘gibi’ ve ‘kadar’ kullanıyor ki, türlü benzetmelerle o kadar karmaşık bir yapıya varmasının sonucu doğal olarak şiirlerinde soyutlama ve olağanüstü söyleme gayretini belirginleştiriyor. Böylece bir perspektif kaybı yaşadığımız çok oluyor. Çok kez de bu iki durum aynı kesitte birbirinin içine geçiyor. İşte örnekler:

‘Kaza kurşunu derler hani, yanlış adres doksan bir numara

Kırık bir dal gibi boynu bükük zihninde derin bir yara’

‘Ateşe ateşle karşılık ver

Amacından sapan bir yıldırım gibi coşku ile giderken’

‘Hatırladın mı en önde gidenle odasında gizleneni

Sıcak kapılarla soğuk kapılar kadar ayrı bir durum bu’

Bu örnekler çoğaltılabilir, bir fikir vermesi bakımından bu kadarını yeterli görüyorum. Buna mukabil Akdemir’in az sonra vereceğim dizeleri, hem kendi ırasını bildiren düşünceler içermesiyle ve hem okurunu başkalaştırıcı keskinliğiyle, hem de konuşma dilinin verdiği güven hissiyle, (bundan sonraki aşama için söylüyorum) şiirinin sahih doğrultusunu haber vermekle kalmaz, gerçek yeteneğini biçimleyen özün nerede saklı olduğunu da bildirir.

‘Bugün ilk kez bir hadisi anladım bugün ilk kez

Çorbana düştüyse sinek dünyada yaşıyorsa o devlet

Daldırıp sonuna kadar dökmeli yerin dibine sokmalı

Ki bir kanadında panzehir ki bir tarafında mazlumlar

Temizlenecek gülecektir doğunun ortası

Bugün ilk kez bir hadisi anladım bugün böyle’

‘Her ölüm bir diğerinin habercisidir

Yeni haberler, yeni sesler, yeni ölümler

Yeni yeni anlıyorum. Ölümün yenisi olmaz

Gitmişsen bitmişsindir gerisi üzgünümler

Namaza çok var, yürümeliyim’

‘Kaybettiğimiz kanları çok aradık

Para bulduk, altın bulduk

Altından kalkamadık

Bir tek aradığımız bulamadık’

‘Mevlasını bulamayıp

Belasında karar kılanları gördük

Boy aynalarında’

Bu söyleme biçimini yoğunlaştıran daha sıkı cümleleri de var Akdemir’in. İyi bir şiir okurunun bu ve başka birçok cümlede onun yeteneğinin gelişmeye açık taraflarını rahatlıkla fark edebileceğini söyleyelim.

Abdulkadir Akdemir henüz arayış aşamasında bir şair. Şimdilik tek sesle yetinme döneminde olduğu aşikâr. Şiirlerinde Sezai Karakoç’un ilk iki kitabındaki kelime kadrosundan fazlasıyla yararlanma yoluna gitmiş. Özellikle ‘rüzgâr’ ve ‘yağmur’ sözcüklerinin kullanımında sesiyle, atmosferiyle ve hatta grameriyle Sezai Karakoç’un yoğun etkisinde olduğunu görüyorum. Bununla birlikte bir Turgut Uyar refleksi de kimi yerlerde sökün ediyor. İyi de ediyor. Akdemir’in bu iki şairin etkisinden sağ salim kendi olarak çıkacağına inanıyorum. Etkilenme iki ucu açık boyutludur: Ya cereyana kapılıp yiter gidersin, ya da gerçekten başka olan kendi sesini bulur şair olursun. Bugün yazan genç şairlerin ilk ustalarının İkinci Yeni platformuna ait şairler olması çok doğal. Abdulkadir Akdemir’in de ilk kitabında İkinci Yeni gramerinin etkisini sırtında taşıması bu manada bir eksiklik olarak değil tam tersine doğru başlangıcın ilk adımları olarak görülmeli. Az önce değindiğimiz gibi önemli olan bu etkilenmeler sonunda genç şairin kendi gramerini, kendi konuşma dilini bulmaya doğru renk verip vermediği meselesidir. ‘Taşranın Sazendesi’nden ileriye doğru baktığımda Akdemir’de daha etkin bir şiir potansiyelinin varlığını görüyorum. Aşırı duygusallıktan kaçınmaya başladığında, aşırı duygusallığı kontrol etme adına biçimci hamleler yerine sıfatları yerli yerinde kullanmaya dikkat ettiğinde, şiirin hızını ve temposunu noktalama işaretlerini fazla kullanarak düşürmemeye özen gösterdiğinde, kendi kişiliğinin ırasını kesinleyen sözcükleri günlük konuşmanın sağlam zemininde doğrudan ve yalın bir şekilde dolaşıma verdiğinde, muğlâk ifade kullanımına prim vermediğinde, söylemek istediği gerçek şeyin kendisiyle kaynaşan kanlı canlı deyişleri doğrudan ve hatta kaba saba bir dizgede vermeye yöneldiğinde bundan sonra yazacağı şiirin daha kalıcı izler taşıyacağını düşünüyorum. T. Eagleton’un büyük ölçüde katıldığım düşüncelerini Akdemir’in şahsında diğer genç şairler için de bu noktada paylaşmak istiyorum: ‘Dil, şeyleri bizim için canlı biçimde var kılar, ancak bunu öyle başarıyla yapar ki biz ile onlar arasına kendi hantal kütlesini yerleştirmeyi bırakması gerekir. Yani şiir dili, dil olmayı bütünüyle bıraktığı zaman mükemmel haline ulaşır. Zirvesine çıktığında kendini aşar’  

Abdulkadir Akdemir’in şiirleriyle ilgili bir başka yazıyı, tek şiir incelemesi olarak kaleme almayı düşünüyorum. Onu da bu kitabındaki şiirleri geride bırakan bir şiir olması koşuluna bağlıyorum. Kuşkusuz böylesi bir şiirini okumak Büyük Türk Şiiri adına, bu şiiri üzerine konuşmak da kendi adıma zevkli bir kazanç olacaktır.

Reklam 2 Makale

Ali Celep

Şair-Eleştirmen

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Reklam 3 Yorum
Başa dön tuşu