Şiir Yazıları

Enis Batur’un Doğu-Batı Dîvanı’nda Dramatik Karakterin Görünümleri

Mustafa Nurullah Celep

Enis Batur’un Doğu-Batı Dîvanı’nda Dramatik Karakterin Görünümleri

Giriş

Çağdaş Türk Şiirinin önemli kalemlerinden şair Enis Batur’un 1988-2016 yılları arasında yazdığı Dramatik Şiirler’in toplamı olan Doğu-Batı Dîvanı adını verdiği eseri, geçtiğimiz yıllarda Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanmıştı. (1) Enis Batur bu toplu şiirleri, 80’li yıllardan 2018’e bölümler halinde ayrı ayrı kitaplar şeklinde yayımlamıştı; hatta bu konuda “başlangıç” fikrinin kaybından dolayı “antolojileşme” ölçütüne dayalı olarak Batur’un şiirlerine eleştiriler getirilmişti, bu yayınevindeki 2018 tarihli ikinci basım, toplam 7 ciltten oluşmaktadır.

Biz bu yazımızda bu eleştirilere kısmen değinerek, Enis Batur’un Doğu-Batı Dîvanı’ndaki dramatik karakterlerin görünümlerine/hâllerine dair ‘yorum denemesi’nde bulunacağız.

Reklam 1

1.

Gri Dîvan adıyla başlayan ilk kitapta Enis Batur, Gülten Akın’dan inceliklerin kaybına dair bir dize alıntılıyor. Bu alıntıdan hareketle, Gri Dîvan’da modern uygarlık tarafından gadre uğramış sanatçı tabiatlı sıra dışı hayat hikâyelerindeki “ince şeylere” yönelik imgesel işaretlemelerde bulunuyor. Bir bakıma göre, bu yaralı bilinçlerin, bu unutulmaya terk edilmiş, ‘kayboluş’ hissini iliklerine dek yaşayan, dram içre varoluş hâllerini raflardan indirip bu ‘kırık hayat’lara “ölümsüzlük” aşısı vuruyor, gün yüzüne çıkartıyor da diyebiliriz. Heidegger’in deyişiyle bu ‘mutsuz bilinç’leri ‘açığa çıkartıyor’; bu açığa çıkarma işlemini, bu ‘Varlık hâlleri’nin gün ışığı görme etkinliğini, şairin duyarlıklı yönünün bir göstergesi olarak da okuyabiliriz:

“Herkesin hayatında

içinde unuttuğu, umduğu

bambaşka kutularda aranacak

eşya, söz ve işaretler kalmalı” (s.11)  

Gri Dîvan’da Enis Batur, modernizm tarafından yara almış, ‘yaralı bilinç’li aydın ve sanatçıların trajik hâllerine odaklanıyor. Bu Dîvan’daki şiirlerin temel özünde/çekirdeğinde, intihar, ölüm, zaman, aşk, sessizlik, hayat, delilik, boşluk vb. izlekler ağırlıkla yer alıyor. Şairin de bu izleklere ‘anlatımcı şiir’in imkânlarını kullanarak, duyuş ve hissediş bakımından belli-belirgin bir derinlik ve zenginlik kazandırdığını ifade etmek gerekiyor.

Enis Batur’un Doğu-Batı Dîvanı’ndaki karakterlerinin genel olarak temel özelliği, yabancılaşmış ve uçlarda tutkuyla yaşayan kişiler olmalarıdır. Batur, yukarıda sıraladığımız izleklerin perspektifinden bu aşırı-uç karakterli minör hayatlara bir nevi imgesel ışık düşürüyor da diyebiliriz. Bir yönüyle de majör konuların minör hayat ve kişileri aydınlatırkenki anlatı ve işaret etme sürecinde, çıkmazlar ve açmazlar daha bir koyulaştırılıyor. Çünkü Batur, projeksiyonunu yöneltirken buradan, bu çıkmazdan bir “çıkış yolu” önermiyor, imgeleştirmenin ve anlatının imkânlarını kullanarak bir bakıma göre bu yaraları “deşiyor”, didik didik ediyor, tiftikliyor veya cerh ediyor. Yarayı/yaralı bilinci, hayat ve hayal kırıklıklarını, ruhsal çıkmazları, psikolojik açmazları arkeolojik bir şair gözüyle kazımakla yetiniyor Batur, okuyucuya bir “çözüm yolu” önermiyor:

“Oysa edeceğim dua da

yok benim, dua edeceğim bir yer ya da dil de

ağır ağır inerim aşağıya doğru, bana yabancı

bir hüzünle…” (s.45)

2.

Seferi Dîvan’da ‘yolculuk’ izleği ağırlıklı yer almakla birlikte Gri Dîvan’da devam eden ‘intihar’ izleğine ‘yalnızlık’ izleği de eklenmiştir.

Enis Batur, karakterlerini anlatı formuna aktarırken, yol-yolda olma-yolculuk izleklerini somut mekânlar eşliğinde biçimlemesine rağmen, insanın dünya içre yolculuğunu ruhunda oluşan boşluklar olarak işliyor, işaretliyor. Ancak bu boşluklar bir ‘bengi dönüş’ olgusuyla açıklansa da biz bu kendinde başlayıp kendinde biten yolculuğa “çıkışsız bir seferilik” diyoruz. Genel olarak Enis Batur, modern insanın sorunlarını şiirlerinde irdelerken, ‘bu neden böyle?’, ‘bu sorun neden kaynaklanmaktadır?’, ‘bu sorunun bir nedeni olmalı?’ sorularını sormak yerine, sorunlarda dramatik hâllenmelerle derinleşmeyi yeğliyor. Hâliyle de mahşer kendilik oluyor; bu dünyasallık da karakterlere sıkıştırılmış modern hayatlar içinde nefes alma imkânı tanımıyor:

“İnsan önce kendinden yola çıkmayı öğrenmişse

dönüp gene kendine varır.” (s.104)

“…bilmezdi İbrahim Hakkı’nın hanı göçüp

gittiğinde asıl genişleyen içimizdeki boşluktur.

Neyse, ne diyordum, evet, önce bulunup sonra

kaybedilecek binalar, insanlar, şehirler

kimse bilemez kalan neden kalmış, daha

ne kadar kalabilir, mahşer kendimiziz.” (s.106)

3.

Alaca Dîvan, toplu şiirler toplamındaki üçüncü Dîvan’dır.Bu Dîvan’da Enis Batur, karakterlerinin labirentli bilinçlerinde ve ruh koridorlarında imge, görüntü ve ses parçacıklarıyla yankılanan ‘sınır hâllere’ vurgu yapıyor. Genel olarak soyut bir şiirsel düzlemde yazılan şiirler, sancılı bilinç hâllerinin kırıklı yapılarını anımsatır:

“kırık kaynaklı yankı kırıkları?” (s.190)

Yazgının soyut içinde yankılanan ve hayatın çarkındaki hüzünler, korkular, acılar ve umutlarla anlam arayışında olan uç-karakterler, “ne arıyorum ve kimin için” sorularını sorarak dünya içre yaşamlarına koşut, çetin ve çetrefilli bilinç ve inanç krizleriyle tutkunun izini, izleğini sürerler. Yukarıda bahsettiğimiz “çıkışsızlık hâli” bu bölümde/Alaca Dîvan’da da daha bir belirginlikle açığa çıkar:

“Neden ölüyorum, yaşadım neden, bilmiyorum ki nereden

geldiğimi, gittiğimi nereye nerden…” (s.198)

Bu şiirlerde de boşluk hissi, kopuş ve kayboluş fikri, imgesel belirsizliğini bünyesinde taşıyarak sürekli vurgulanır. Enis Batur, çıkmazdaki modern karakterin şiirini yazmaktadır.

4.

Barok Dîvan’da Enis Batur, tarihin içinden seçilmiş karakterler üzerinden acı, hayat, ölüm, susku, boşluk, yas, umut, keder, coşku, zaman, yalnızlık, sonsuzluk, şüphe, korku vb. soyut izlekleri, şiirsel bir düğüm ve çözümsüzlük ekseninde ruhun, kalbin ve bilincin iç çeperlerinden devşirdiği düşünsel soru işaretleriyle tartışır ve mesele edinir:

“Kaynaklar

hiç yazmamıştır acı ne kadar acıdır, ağrı

neden kesilmeyecek gibi yerleşir daralan

göğüs kafesine.” (s.240)

5.

Ağırlaştırıcı Sebepler Dîvanı’nda Enis Batur, ağırlıklı olarak ‘yalnızlık’ izleğini tartışır. Bu Dîvan’daki şiirlerin merkezî yerinde susku, kayboluş ve ayna imgeleriyle birlikte, daha çok insan hayatının amacını ve varlık gerekçesini bulamamaktan kaynaklı, ‘yalnızlık hâlleri’ yer edinir.

Genel olarak Enis Batur’un şiirlerinde, hayatına sağlam bir gerekçe bulamayıştan ötürü, güçsüz bir şiir öznesi konuşur ve söz alır. Bu özne, aynalar karşısında suskun, susku’nun izinde, hayat ve ölüm karşısında savunmasız, mücadele gücünden yoksundur:

“Benim köyüm

çünkü uzun bir yalnızlık, ne susun ne de artık

konuşun benimle, bir gece daha istemem, sevgim

sizde kalsın…” (s.300)

“Dursam, durdursam dişlilerin sayrıl döngüsünü,

indirsem kendi elimle, insem hemen şu an şurada

yorgun kervan arabasından: Gücüm kalmamış

Ölmek için bile.” (s.307)

6.

Buzlucam Arkasından Dîvan, Enis Batur’un altıncı Dîvan kitabı. Yücel Kayıran, bir yazısında (2) bu Dîvan’daki şiirlerin temel problematiğinin ‘yıkım’ sorunsal olduğunu dile getirir. Bize göre bu Dîvan’daki düşünsel öz olarak temel mesele, “inanmak ya da inanmamak” meselesidir. Batur’un genel toplam içindeki felsefî tarafı en ağırlıklı şiirler bu Dîvan’daki şiirlerdir. Bu inanmak ya da inanmamak meselesi, şiirlerde soyut bir kayboluş hissiyle birlikte umutsuzluk biçiminde dile getirilir:

“bir de kayboluşun derin geometrisine bağlandım

şimdi çıksam kimse bulamaz beni: Bir bulutun

arkasında, ama ateşin ortasında ama su zerresi,

biçimden yoksun özüm kıyametin sırlı aynasında.” (s.384)

Enis Batur’un genel olarak şiirlerinin merkezinde, ruhundaki çatlağın bilincine varmış; kendine, özüne, doğaya, insana ve Tanrı’ya yabancılaşmış soyut bir özne yer alır. Henüz daha ‘Varlık gerekçesi’ni bulamamış arayış içindeki bir öznedir bu. Dünya içre varlığının bulunuş hikmetinin sırrına varamamış olan bu özne için dünyada olmak, Yalnızlık ve Hiçlik’le akraba olmaktır:

“…kimsenin

eşi, dostu, yoldaşı olmadım.”

“sessiz sedasız öleceğim yakında, hiçbir iz

bırakmadan nasıl yaşadımsa.” (s.388) 

“…Elif, lâm, cim karnında tek

nokta ve Thetra, denizden başlayan Hayat,

denizden çıkan simsiyah bir yengeç.” (s.392)

“-Biri ötekinin yerine geçse bile, inanmadan yaşamak

olanaksız.” (s.406)

7.

Bu son Dîvan’da (Yanık Dîvan) Enis Batur, bir ömrün bakiyesini/çetelesini bilgelik temeli üzerinden yükselen şiirlerini zihinsel ve ruhsal açıdan bugüne kadar sorduğu varoluş sorularının son/uçununda hangi evreye geldiğini etkileyici bir dil ve anlatımla somutluyor.

Yukarıdaki paragraflarda genel olarak Dîvan’daki şiirlerin özünden/temel izleklerinden bahsetmiştik. İşte “ölüm korkusu”, bütün izleklerin içinde tekrar eden bir ‘korku motifi’ olarak sıklıkla yer alıyor. Hayatını kitapların, kelimelerin ve harflerin ortasında, kütüphanelerin içinde geçirmiş Enis Batur’un, sanat ve hayat dilemmasında geldiği son aşamayı aşağıdaki dizelerden izleyebiliriz:

“Doğruysa resim yapmayı yaşamaktan

çok seviyormuş. Doğru olmalı, insan

neden yaşamayı sevsin. Ölüme gelince,

besbelli onu çıplak görmek istemiş,

hayatı taşıyan et çarçabuk çürür

resim kemik kadar sağlam olmalı.” (s.524)

Yanık Dîvan, hayat ve ölüm karşısında doğruların ve yanlışların sergilendiği bir hayat olgunluğu kıvamı taşımaktadır. Hayatın içindeki oyunun farkına varmış, ancak varoluşa dair sağlam bir gerekçe ve sahih bir anlam bulamadığı için sonuç, dibe doğru, hiçliğe doğru olmuştur:

“hayatın içindeki oyunun içinde hayat

çarkları sessiz dönüyor: Ben iki yanı boş

koltuğunda akan zamanı izleyen adam,

bir uçurum eşiğinde boşlukta sallanıyorum.” (s.525)

“…ben hayatta hayatta en çok tereddüt

ettim.” (s.528)

“…şimdi yılgın

hiç olmadığı kadar ürkek, yavaş yavaş kendi

dibime doğru batıyorum.” (s.541)

8.

Yücel Kayıran, Kritiğin Toprağında adlı eleştiri kitabında (3) “Doğu-Batı Dîvanı ile Batur’un keşfettiği şey, kurmacadır. Başka bir deyişle Doğu-Batı Dîvanı ile birlikte Batur, şiire kurmacayı sokar. Bu bence yol açıcı bir buluştur.” der. Kayıran’ın bu tespitine katılmakla birlikte bizim bir teklifimiz var. Buradan daha sağlıklı bir şiirsel imkân elde edilebilir diye düşünüyoruz:

Batur’un Doğu-Batı Dîvanı’ndaki şiirlerde Osmanlı şiiri değil, Latin şiiri esas alınmıştır.

Bu anlamda bu şiirler, “yerlilik” nokta-i nazarından ‘sorunlu’ şiirlerdir.

Yani bu topraklara özgü bir şiirin peşinde olmamıştır Enis Batur.

Yani bu ülkenin hayat mücadelesi içindeki insanlarına hitap etmemiştir.

Şiirsel teklifimiz, teknik boyuttadır daha çok.

Doğu-Batı Dîvanı’ndaki şiirler anlatımcı şiirlerdir ve karakterler üzerinden biçimlenir.

Bu gerçeği göz önünde tuttuğumuzda biz bu şiire “ters perspektif”ten bakmayı daha ‘doğru’ buluyoruz:

Yani bu şiir, teknik/yapı/biçim olarak örnek alınabilir diyoruz.

Yani eğer örnek alınırsa, Türk insanının dramatik hayat hikâyeleri şiirsel bir anlatı formuna kavuşmuş olacaktır, bu da günümüz şiiri için yeni bir şiirsel imkân demektir.

Aynı yazıda Kayıran, Doğu-Batı Dîvanı’nın ‘küçük anlatı’yı esas aldığını dile getirir.

Biz bunu da bir imkân olarak görmekten yanayız.

Teknik ve istifade noktasında günümüz şiirinin ‘memleket meseleleri’ bu imkânlar kullanılarak daha konuşulabilir bir vasıf kazanabilir, diyoruz.

Böylece majör izlekler, yerli bir şiirsel bilinçle memleket insanının dramatik hayat hikâyeleri merkezinde, şiirin konusu edilerek karakterler üzerinden bir anlatı formunda yazılabilir, diyoruz.

1990’lı yılların sonu ve 2000’lerin başında Modern Epik şiir çerçevesinde bahsettiğim imkân, kısmen somut bir çehreye bürünmüştü.

“Batur’un yeniliği, “karakter” figürünü şiire sokmasıyla başlamıştır. Bu, kuşkusuz, bir poetik başarıdır, çünkü karakter, şiirden çok romana ve uzun öyküye, öyküye ait bir figürdür. Gri Dîvan’ı oluşturan her bir şiir, neredeyse farklı bir karakterin hikayesini dile getirir. Alaca Dîvan’daki şiirler de öyle; Barok Dîvan’daki şiirler de öyle; Ağırlaştırıcı Sebepler Dîvanı’ndaki şiirler de öyle.” (4)

Şiirin bir ‘saydamlık’ hâli olmadığını, somut bir durum olduğu gerçeğini 90’lı yıllarda Modern Epik Şiir açısından tecrübe etmiştik. Bu anlayış o yıllarda iyice ortama yerleşti ve şiirdeki soyut duygu efektleri büyük bir kırılıma uğradı. Dramatik şiirin imkânsızlığı veya yersizliği üzerine de bir dönem polemik yazıları yazılmıştı.

Bizim söyleme gayretinde olduğumuz şey, Batur’un bugünün şiirine sunduğu bu dramatik toplamın, günümüz Türk insanının hayat mücadelesini imgeleştirmede bir imkân olarak kullanılıp kullanılmayacağıdır.

Günümüzde daha soyut ve belirsiz lirik şiirler ağırlıklı bir yekûn oluşturmaktadır. Bu şiirlerin çoğu zayıf, enez ve güçsüz metinlerdir.

Bu bağlamda Enis Batur’un Doğu-Batı Dîvanı’ndaki imgeyle bedenleşmiş ve beslenmiş dramatik şiirleri, günümüz şiiri için yeni bir nefeslenme imkânı oluşturabilir, diye umut ediyorum.

9.

Temel soru şudur: Enis Batur, Doğu-Batı Dîvanı’nda modern insanın bireysel iç meselelerini trajik ve evrensel insanlık boyutuna taşıyabilmiş midir?

Batur’un mini anlatı formunda küçük insanın sorunlarını bireysel dünyalarıyla sınırlı tutarak, bunda başarılı olduğunu söyleyemeyiz.

Doğu-Batı Dîvanı’nı önemli kılan, küçük anlatı içinde biçimlenen küçük insanın hayat hikâyelerini imgenin imkânları da kullanılarak etkileyici, derinlikli bir dil ve ifade ile okuyucunun önüne sunmasıdır.

Doğu-Batı Dîvanı, gündelik hayatın küçük ama trajik olaylarını dramatik şiir bilincinin imkânlarıyla yoğrularak ortaya koymasıyla Türk okur-yazarının yazınsal ufkunda bir seçenek olarak duruyor.

—-  

(1)Enis Batur, Doğu-Batı Dîvanı, [Dramatik Şiirler, 1988-2016], Kırmızı Kedi Yayınevi, genişletilmiş ikinci basım, Mart 2018, İst.

(2) Yücel Kayıran, Şiirimin Çeyrek Yüzyılı içinde, “Yıkım ve Dekadans”, YKY, s. 195.

(3) Yücel Kayıran, Kritiğin Toprağında, Türk Şiirine Felsefeyle Bakmak, YKY, Mayıs 2010, İst.

(4) A.g.e.

Reklam 2 Makale

Mustafa Nurullah Celep

haberedebiyat.com Genel Yayın Yönetmeni & Edebiyat Eleştirmeni-Kitap Editörü

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Reklam 3 Yorum
Başa dön tuşu