Roman YazılarıKöşe Yazarları

Fuat Oskay, Livaneli’nin ‘Huzursuzluk’ Romanı Üzerine Yazdı…

ZÜLFÜ LİVANELİ’NİN “HUZURSUZLUK” ROMANI ÜZERİNE (*)

Ortadoğu…
Büyülü coğrafya. Bin yıllardır kanayan yara…
Hayatın başlayıp bittiği yerdir burası.
Aşkın, ihtirasın, inancın, ıstırabın zulası yüreklerdir. Kederle sınandı hep; ne Mecnun’u tükendi uçsuz bucaksız çöllerinde buranın ne de Leyla’sı.

Ortadoğu Adem’in tövbe gözyaşlarıyla sulanan havzası. Hırslarına yenik düşen Habil’in kardeşinin kanına girmesiyle yeryüzünde kurulan cehennemin küçük mecmuası.

O kadar kanıksadık ki artık her akşam haber bültenlerinde bu coğrafyada onlarca ülkede patlayan bombaları, parçalanan bedenleri, yıkılan evleri, yurtsuz yuvasız kalan insanları, bir parça ekmeğe muhtaç sersefil, ortada perişan kalan çocukları, kaderleriyle baş başa bırakılmış çaresiz anneleri…
Gazetelerin üçüncü sayfa haberleri kıvamında bacak bacak üstüne atıp çayımızı yudumlayarak geçiştiriyoruz.

Daha dün cesedi kıyıya vuran Aylan bebeğin göğü yırtan sessiz çığlığı hangimizin kulağında ki artık.

Reklam 1

Daha birkaç yıl önce ağzı kanlı militanları değişik ülke topraklarından devşirilerek Irak ve Suriye toprakları üzerinde alt yapısı oluşturulup bu coğrafyaya musallat edilen ve muhtemel ki halen de bir köşede her an harekete geçmeye hazır halde bekletilen bir IŞİD belası vardı. Artık yok diyebiliyor muyuz bilemiyorum. Sözde İslam adına kafa kesen, insanların canına malına ırzına acımayan bu mel’un örgütün en büyük mağdurları maalesef ki Ezidiler oldular.

Ezidiler farklı inançlarıyla yeryüzünde topu topu sekiz yüz bin kişiyi anca bulan nüfusuyla Şengal Dağı’nın eteğinde hayata tutunmaya çalışan bir avuç insan topluluğu.

IŞİD melaneti binlercesini katletti; kadınlarının kızlarının ırzına geçti. Birçoğunu kurdukları köle-cariye pazarında satışa sundu.

Kulaklar sağır, gözler kör, diller lal olmaya dursun, onuru zedelenen, namusu kirlenen, ruhu iğfal edilen yalnızca Ezidiler değildi. Hayır yalnızca onlar değildi; bütün bir insanlıktı. İnsanlığımızdı.

Üzerinden geçen yıllara rağmen kabuk altında bir türlü küllenmeyen yaralarınız olur bazen. Farkına vardıkça sizi derinden kanatır, huzursuz eder durur.
Livaneli, Huzursuzluk adlı romanında Ortadoğu’nun kadim topluluklarından Ezidiler’in bu gerçeğine, inançları dolayısıyla uğradıkları zulme, çektikleri ıstıraba ve her birimizin bir parçası olduğu ortak insanlık ayıbına projeksiyon tutuyor.
Huzursuzluk, İnsani duyarlılık taşıyan vicdan sahibi her bünyenin beyin, ruh ve kalp bakımından bu ayıba verdiği doğal tepkidir. Yaşananların derin ızdırabına yüreğinde ayna tutan yazarın eserine “Huzursuzluk” adını vermesini bu minvalde değerlendiriyorum.

Ezidilerin Türkiye’de mesken tuttukları Mardin’inin mistik yönleri ile bu insan topluluğu açısından taşıdığı değeri dile getirerek inançlarının kültür olarak yaşamlarına yansıyan izdüşümünü tafsilatlı olarak okuyucunun önüne seriyor yazar. Kitabın birçok yerinde yazarın mevzuya dair ansiklopedik bilgi verme yöntemini çok başarılı buldum.  Okuyucuyu hikayeden asla koparmıyor. Örneğin Deyrulzafaran manastırı, Ezidiler, Ezidilik inancının kökenleri ve toplumsal yaşamdaki yansımaları, mülteci kamplarındaki hayat şartları, IŞİD hakkındaki bilgileri kahramanlarının ağzından hikayenin içinde eriterek veriyor. Belli ki yazar kitabını yazmaya başlamadan evvel konuyu derinliğine kavramak için ciddi araştırmalarda bulunuyor. Romanın başkahramanlarından İbrahim’in bu yönüyle yazarın kendisi olduğunu düşünüyorum.
Kurgusal eserin başarısının gerçek hayatla ne kadar paralellik arz ettiği hükmü üzerinden gidilirse yazarın günümüzün en can acıtıcı gerçeklerinden olan Ezidiler’in uğradığı zulmü okuyucuya aktarabilmek için Ezidi inancına mensup birçok insanla konuşup görüştüğü rahatlıkla söylenebilir.

Mardin kökenli olup İstanbul’da ikamet eden bir gazeteci olan İbrahim’in, gazeteden okuduğu bir haber üzerine çocukluk arkadaşı Hüseyin’in başına gelenleri araştırmak üzere Mardin’e dönmesiyle başlayan eser, İbrahim’in gerçeklerle yüzleşip bu gerçeklerin ruhunu sardığı huzursuzluktan kurtulmak için romanın başkahramanı Meleknaz’ın izini sürmesi ve Meleknaz’la İstanbul’da yüz yüze buluşmasıyla yine İstanbul’da son buluyor.

Yazar, Ezidi kadınların bütün ızdırabını, çektiği çilelere karşı insanların duyarsızlıklarını Meleknaz’ın şahsında resmediyor. Kamptan kaçıp sınıra yakın bir noktada kayadan atlayarak canına kıyan, tecavüz mağduru henüz sekiz yaşındaki Nergis’in son nefesinden evvel dudaklarından dökülen son cümle insanlığın kulaklarında bir utanç vesikası olarak çağlıyor.
“Ben bir insandım.”

Kitabın başlarında verilen “Harese” çarpıcı bir örnek olmakla birlikte Ortadoğu gerçeğiyle birebir örtüştüğü hususunda yazara katılmıyorum. Ortadoğu halkı kendi kaderini kendisi tayin eden bir halk değildir zira.
Sahip olduğu yeraltı ve yer üstü nimetleriyle çağ boyunca emperyalist kan emicilerin dışardan müdahaleli türlü oyun ve fitnelerine sahne olmuştur kadim coğrafya. IŞİD bu gerçeği en natürel haliyle sergilemektedir. Kıtalar ötesinden Amerikalı’nın, Avustralyalı’nın, Fransız’ın, Çinli’nin, İngiliz’in, Rus’un ve diğer değişik milletlerden daha birçoklarının Şam’da, Şengal Dağı’ının eteklerinde, Bağdat’ta ne işi var?..

Oldukça sade, akıcı bir dil ve anlatım tekniğinin kullanıldığı, el üstünde bir solukta okunacak hacimlikteki eserin,  konu güncel ve güzel olsa da insanın içine işleyen derinlikte estetik ve edebi bir üslupla kaleme alındığı kanaati ise (belki de diğer eserleriyle kıyasladığımdan olsa gerek) oluşmadı bende. Günümüz dünyasının ortak acılarına izlek oluşturması, bir halkın inancı dolayısıyla reddedilerek yok sayılmaya itildiği, şeytanlaştırarak bilinçaltında varlıklarının, yeryüzünde onlarla beraber aynı gökyüzü altında nefes almanın tehdit ve tehlike oluşturduğu algısı üzerinden yok etmeye motive olmuş, zihni küf tutmuş  bir insan güruhu oluşturduğuna yönelik mesajı bakımından kendisine ayırdığım zamanı boşa çıkarmayan kayda değer, okunası bir eser.

Kitaptan Cümleler:


*- Resimde ne kadar kan varsa gazetecilik dilinde o kadar şahane oluyordu o resim.(s. 19)

*- Zihinden önce bedenin hatırladığı çocukluk ülkesi, ağır ağır yükselen bir su gibi kaplayıveriyor içimi. (s.23)

*- Bak oğlum, bir kere Yezidi sözünden başlayalım. Bu insanlar yezidi değil Ezidi’dir. Altı bin yıllık bir dinleri vardır, Yahudilikte de öncedirler, Hristiyanlıktan da ,Müslümanlıkta da.(s.47)
Kendileri de söylerler zaten Ezidiler “Biz insanlık ağacının kırılmış dalıyız.” derler. (s.48)

*- Deyrulzafaran manastırının altındaki Güneş Tapınağı dev kaya bloklarının birbirine dayanmasıyla ayakta duruyor, harç falan yok, blokları birbirini iterek, sıkışarak, kilit taşıyla duruyor orada, hem de yaklaşık dört bin yıldır.(s. 52)

*- Demek ki bazı acıları ölüm bile unutturamıyor, bazı davranışlar ölümden sonra bile bağışlanmıyor diye düşünüyorum( s. 61)

*- Doğunun bilginleri Batı gibi kitapla değil, sözle şiirle, menkıbe ile, mesel ile konuşur.(s.84)

*- Fransa’dan gelen Cezayir kökenli bir genç IŞİD’li, Zilan’a bir gece içini dökmüş. Buralara gelme nedenlerinin kendisi gibi kızlar olduğunu söylemiş. Cenette vaat edilen bakireler burada diyormuş.(s. 98)

*- Merhamet keskin bir kılıç; merhamet gösterenin kabzasından tuttuğu ama karşı tarafı yaralayan bir kılıç.(s.149)

Fuat Oskay

Reklam 2 Makale

Fuat Oskay

Eğitimci-Yazar

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Reklam 3 Yorum
Başa dön tuşu