Roman Yazıları

Plüton’u Öldürmek Üzerine Yorumlar…

Mustafa Nurullah Celep

PLÜTON’U ÖLDÜRMEK ÜZERİNE YORUMLAR

[Sıra dışı bir roman örneği]

Tarihöncesi edebiyatı, Türk edebiyatının başlangıçtan bugüne kadarki sürecinde bakir bir alan olarak görülür. Yazar Serpil Tuncer de bu girilmemiş alana dair yazdığı ilk romanında, canlı tabiat tasvirleri, inandırıcı atmosferi, özgün diyaloglarıyla teknik açıdan yaratıcı sezgisinin ürünü önemli ve ciddiye alınması gereken bir eser ortaya koymuştur. Tuncer’in edebi mahareti şurada ortaya çıkmaktadır:

Çok silik bir kişilik olan tarih öncesi bir figürden özveri sahibi ve zeki bir kahraman yaratmasıdır.

Reklam 1

Bu anlamda, “Plüton’u Öldürmek” romanı, (1) bu bakir alana yönelik girişimci romansal gerçeğiyle önemsenmesi gereken başarılı bir çalışmadır. (2)

Tarih öncesinden bir kahraman yaratmak

Plüton, romanın başlangıç evrelerinde isimsizdir, belli bir ismi yoktur ve silik bir kişiliktir. Cesaret içeren bir kahramanlık göstermemiştir. Cesaret konusunda kötü tecrübeleri olsa da yine de tereddüt içindedir. En yakın dostu, ağabeyi Tao’dur. Tao, kesik kesik konuşur ve nadiren duygularını dışa vurur. Plüton, çocukluğunda travma geçirmiştir ve çocukken anne-babasını bir su baskınında kaybetmiştir. Bu travmanın doğal bir psikolojik uzantısı olarak içindeki sesle, büyücü ile konuşmaktadır. Bir başka açıdan Plüton, dışarının dünyasına açık olsa da içindeki sesle monolog halinde olduğundan, ona “küçük bir şizofren” diyebiliriz. Deyim yerindeyse yazar, romansal süreç içinde küçük bir şizofrenden bir kahraman yaratmıştır, diyebiliriz. Bunun yanında Plüton, çok zeki bir karakterdir ve kendi içinde dışarının dünyasına yönelik doğal bir merak duygusuna sahiptir. Olayları değerlendirmesi mantık çerçevesindedir. Bu anlamda ilkellerin büyücülerle dolu çok tanrılı inancını mantıklı bulmamaktadır:

“O vakit, iyiyle kötü ruhumun derinliklerinde iç içe geçti ve inanmadığım tanrılara özür sunacak olmam bana anlamlı gelmedi.” (s.58)

Neandertaller arasında bir asi: Plüton

Plüton’un, bu ilkel insanın öne çıkan en belirgin özelliği, zeki olması ve merak duygusuyla birlikte, asi olmasıdır. Asilik onu seçmiştir ve ona özgüdür. Bu anlamda Neandertal insan türünün geleneklerine karşı çıkan sıra dışı bir örneği ile karşı karşıyadır okur:

“Tanrıları kutsamaya gidiyor olsam da onlara inanmıyordum ve mağara adamlarına göre tanrılara inanmamak, asi olmak demekti ama asi olmayı ben seçmemiştim, asi olmak olmak; onca adamın içinden gelip beni seçmişti, ona boyun eğmekten başka seçeneğim yoktu.” (s. 58)

Plüton karakterinin öne çıkan bir diğer özelliği de, yukarıda ifade etmiştik, çocukluğunda unutamadığı travmatik bir olayla karşılaşmasıdır. Yaralı bir çocukluk geçirmiştir. Plüton anne ve babasını büyük su baskınında kaybetmiştir. Bu kayıptan, tümüyle dünya ile bağını koparmak yerine, içindeki sesle bağlantı kurarak psikolojik dengesini bulma gayretinde olmuştur:

““Ah bebeğim, bu çiçekler bana mı?” diyecek, muhteşem oyunumuz böylece sona erecekti.

Ama ermedi… Sonra mağara adamlarını bana doğru koşarken gördüm. Kabile reisi beni kucağına aldığında oyunumuzu bozduğu için ona kızdım. Kar suları erimemişken ve sağanaklar başlamamışken, o azgın suların nereden geldiğini anlamaya çalışıyordum.” (s.61)

Plüton’u Öldürmek’teki temel duygu: Aşk

“Merak, bir devrimcinin hazırlığıdır” der, bir şiirinde İsmet Özel. Dünya var olduğundan bugüne insanlık tarihinin akışını değiştirenler ve insanlık tarihinde iz bırakanlar, dinmek bilmeyen bir merak ve keşif duygusu içinde olurlar. Devingen bir ruha sahip olan bu sıra dışı karakterler, sınırlandırılmış-sınırları çizilmiş bir hayatta dışarıya doğru daima bir ilgi-alaka ve kamçılı bir merak hissi barındırırlar bünyelerinde. Tuncer’in Plüton karakteri de “bu hayattan başka bir hayat daha varmış” diyerek at kestanesinin üzerinden gördüğü uygarları ve Zerda’yı yeniden görmenin itkisiyle hareket eder sürekli. Planını yavaş yavaş devreye sokar. Çünkü Plüton, dışarının dünyasında, mağaranın dışında uygarların da yaşayabileceğini, başka insanların da bu dünyada var olduğunu keşfetmiş ve uygarlardan Zerda’ya âşık olmuştur. Devrimci bir merak duygusuyla hareket eden karakterlerin, ruhundan güç devşirebileceği temel enerji kaynağı aşktır. Plüton da insandaki temel duygu olan bu aşkın izini sürerek mağaranın sınırlarını aşmış ve mağara adamlarının düzmece inancına göre tanrıları kızdırmıştır. Plüton henüz daha maceraya atılmadan, kesik kesik konuşan Tao’nun uyarısıyla karşılaşır ama devrimci karakterleri, sahte büyücü tanrıların gazabıyla korkutmak, o kadar da önemli değildir:

“Ve onlara göre zor olanı. Mağara adamlarının itaatsizlikleriymiş. Bu onların canını. Çok sıkarmış. Kızgınlıkları ölümcül olduğu zamanlarda. Akıl almaz hezeyanlar yaşarlarmış. İşte bu yüzden. Bütün kalbinle. Dua etmelisin. Onları asla kızdırmamalısın. Onlar. Bizimle. Büyücüler vasıtasıyla konuşur. Her kim onları kızdırırsa. Bu sunakta. Başı ezilir. Bilesin!” (s.65)

“Dua inanmadığım tanrılar için değildi, yüzü kesilmiş o dişiyi yeniden görmek içindi. Ona bir şekilde gidebilmenin yolunu bulmalıydım. İyi de nasıl?” (s.66)

“Başka yaşam alanı da varmış demek”

Merak bilincini ruhunda bir ışık gibi taşıyan devrimci karakterler, yaratıcı bir iç/ön seziye sahip olmalarıyla diğerlerinden farklı ve değişik bir bakış açısına ve keşif duygusuna sahiptirler:

“Tavandaki açıklıktan süzülen ışık demeti, oyuğun içine loş aydınlık olarak çökmüştü. Tao hiç konuşmadan beni izliyor, yaptıklarımı anlamaya çalışıyordu. Beynim çakan şimşek gibi yeni bir fikrin ateşini körüklemişti. O fikir de şuydu:

Başka yaşam alanı da varmış demek.” (s.69)

Plüton’u Öldürmek romanının olay örgüsü ve kompozisyonu itibariyle neden-sonuç ilişkisine göre biçimlendiğini söylemek mümkündür. Bir de bunun yanında roman sanatının temel motiflerinden ana örge esas alınarak yazılmış Plüton’u Öldürmek: Özde aşk motifi ve arayış temi etrafında olay örgüsünün sağlam bir biçime kavuştuğunu söyleyebiliriz. Sağlam bir biçim ve bununla birlikte “destansı” bir biçimdir bu. Çünkü romandaki sinematografik/görsel anlatımı, yazarın betimleme kudretini ve görkemli finalini göz önünde bulundurduğumuzda, Hikayeci-Yazar Serpil Tuncer’in oldukça başarılı bir edebi esere imza attığını ifade edebiliriz. Yazarın görsel tasarıma “gerçektenlik” duygusu katarak inandırıcılık boyutunda romansal atmosferiyle de etkileyici bir eser ortaya konmuştur. “Görsel tasarım”dan kastımız: Karakterlerin yaşadığı mağarayı, mağara koşullarını, mağara adamlarını, uygarların dünyasını ve genel olarak tabiat olaylarını betimlemedeki görsel yeteneğiyle “gerçeğe benzerlik” ölçütüne göre etkileyici estetik bir sunum gerçekleştirmiştir yazar:

“Ayak sesleri… Hayır hayır hayvan yürümesi gibi değil bu sesler, basbayağı iki ayaklı maymun adam yürümesi… İçeride biri vardı. Oyuğun taş zemininde geziniyor, kendi kendine kahkahalar atıp boş duvarlarla konuşuyordu. Kim olduğunu görebilmek için başımı kaldırmaya çalıştım ama içtiğim otun içindeki zehir her nasılsa buna izin vermiyordu. Av sırasındaki koşuşturmacalardan birini yaşıyormuşçasına çarpıyordu kalbim. Nefesimin tükendiği yerdeydim.” (s.115)

Özcümle, Hikayeci-Yazar Serpil Tuncer, etkileyici epik atmosferi, arkaik dünyadan bugünün okuruna seslenme cesareti, girilmedik alanlara yönelik cesaretli girişimi, akılda kalan betimlemeleri, sinematografik dil ve anlatımı ve silik bir karakterden bir kahraman yaratma yeteneğiyle oldukça başarılı bir eser ortaya koyarak “ilk roman” eseri anlamında iyi bir iş çıkarmıştır.

Buna ek olarak, yaklaşık 5-6 ay önce, roman yayınevinden çıkmadan değerli yazarımıza roman dosyası hakkında 19 maddelik bir rapor yazmıştım. Bugün bu raporu yeniden okuduğumda maddeler halinde sıraladığım görüş, öneri ve eleştirileri eksiksiz dikkate aldığına tanıklık ettim. Kendisine teşekkür ederim. Örneklik olur düşüncesiyle rapordan bir kısım parçaları www.haberedebiyat.com okuyucusuyla paylaşıyorum:

“Üzerimize yağan onca mızrağa aldırmadan mağara adamlarına doğru koşmaya başladım.   Ardımdan Zerda’ nın acı çığlıkları yükseldi. Onca sesin içinden sanki Dalya’m, son kez “baba” dedi. Ölüme gidişti bu.”

-Buradaki “ölüme gidiş”, sinematografik bir dil ve atmosfer oluşturularak daha etkili ve görkemli imgelerle, tasvirlerle, bir sinema perdesi izliyormuş izlenimi uyandıran epik bir atmosfer canlandırılarak aktarılabilir.”

“Göç Başlasın

Aynı günün gecesi

Gece olduğunda bölmenin girişinde oturmuş kara kara düşünüyordum.”

-Göç hazırlıkları yoğun bir süreci imler. Romana epik bir atmosfer kazandırmak için, göç hazırlıkları süreci, alet edevat ve eşyalarla birlikte uzun uzun anlatılabilir. Böylece okur, “final” kısmındaki dramatik bölüme hazırlanmış olacaktır.”

“Zerda burada tek başıma kalma fikrine şiddetle karşı çıktı.

“Sen kalırsan kızımla ben de kalırım.” dedi.”

-“Modern bir romanda “dramatik iç çatışma” halleri, çatışma unsurları birbirinden belirginlikle ayrıştırılarak yüksek gerilim en uç noktaya taşınabilir. “Dram, iki karşıt duygunun birbiriyle çatışmasıdır” denir. Zerda’nın yaşadığı iç çatışma, Tao ve Plüton’nun iç çatışmaları, Uygarların yaşadıkları iç ve dış çatışmalar etkili tasvirlerle daha çok belirginleştirilirse roman, teknik organizasyon ve dekorasyon olarak “modern” karakterini daha fazla kazanacak, bugünün okuruna da hitap eder hale gelecektir. Modern romanın başlangıcının birey ve onun iç çatışma halleri olduğunu düşünürsek, 2020’li yıllarda yazılan ve arkaik bir dünyadan bahseden bir roman da kendi iç bünyesinde dramatik unsurları yerli yerine oturtmalıdır.”

“Göz gözü görmüyor, yürümek gittikçe zorlaşıyordu. Deri parçalarına sardığım ayaklarımı bir süre sonra hissedemez oldum. Ayak parmaklarım sanki benim değildi. Donarak ölmekten korkuyordum ve onun belirtisi olan o tatlı uykuyu yakama bulaştırmak adına adımlarımı yürümekten koşar adıma doğru hızlandırdım. Kulaklarıma çarpan rüzgârın uğultusu, içimdeki cesareti kırıyordu. Başlarda hafif gelen içi etle dolu ayı posttu gittikçe ağırlaşmıştı. Öyle ki bu etlerden kurtulmam, sinirlerimin atmasına, tahammül gücümün zorlanmasına bakıyordu. Bir iki mızrak boyu yürüdükten sonra ayakta dinleniyor, derin derin soluyordum. Taş kesmiş göğsüm, büyük bir ateşin ortasındaymışçasına içten içe yanıyordu. Yükün verdiği ağırlığa dayanamayıp bu yolculuktan olur da cayarım diye, ödüm patlıyordu.”

-“Romanınız “Hodri Meydan” bölümüyle birlikte hareketli ve canlı bir serüven duygusunu başlatıyor. Bu canlılığı diri tutmak için, yukarıya aldığım paragrafta ve bölümlerde, “yoğun kış şartlarını” çağrıştıran keskin ve etkileyici tasvirler içeren cümleler yazmak, romanınızdaki gerilim unsurunu yükseltecektir. Bu gerilimi sürekli hale getirdiğinizde romanınız elden bırakılmayan “sürükleyici” bir eser durumuna gelecektir.”

Yazarımız Serpil Tuncer’e başarılarının daim olmasını diliyor, yolu açık ve aydınlık olsun diyoruz…

1.Serpil Tuncer, Plüton’u Öldürmek, Okur Kitaplığı, Mart 2022, İst.

2.Kitaptaki alıntılar aksi belirtilmedikçe bu romandan yapılmıştır.

Reklam 2 Makale

Mustafa Nurullah Celep

haberedebiyat.com Genel Yayın Yönetmeni & Edebiyat Eleştirmeni-Kitap Editörü

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Reklam 3 Yorum
Başa dön tuşu